YENİ NESİL BİLMEZ

Afacan15

Paylaşımcı
Katılım
9 Ekim 2024
Konular
64
Mesajlar
735
Tepkime puanı
1,028
YENİ NESİL BİLMEZ
Öküzü sattık kurtulduk yükten,
Tarlaya, çiftliğe lüzum kalmadı,
İneği ayırdık, ahırdan, ökten,
Çökelik, peynire lüzum kalmadı.

Yeni nesil bilmez; köyler nasıldı,
Yokluklara rağmen insan asıldı,
Ömerli de kasabaya yazıldı,
Değirmen taşına lüzum kalmadı.

Yumurta bakkaldan, yoğurt marketten,
Zaten vazgeçtik yıllarca etten,
Babalık görmedik bizler devletten,
Beşiğe, yöreğe lüzum kalmadı.

Suları kaynaktan, meyveyi daldan,
Ayırmak çok zor şekeri bal dan,
Yolun sonundayız şükür Allah’tan,
Gelecek nesile lüzum kalmadı.

Tohumla, çabayla, emekle asla,
İşimiz kalmadı, testiyle, tas’la,
Göğsünü yarinin, göğsüne yasla,
Mektup’a, mendil’e lüzum kalmadı.

Geriye dönmüyor bir defa giden,
Ne ekin eken var, ne koyun güden,
Bakan fazla ama, gören az gören,
Romana, öyküye lüzum kalmadı.
Hacıbey ÖZBAY
Tirebolu /GİRESUN
-------------------------------------------------------------------------------
Sevgili @Afacan15
Lütfen konu başlıklarında veya konu içinde tamamı BÜYÜK HARF kullanmayalım.
(Şimdilik yazılı uyarı yapılmaktadır, düzeltilmemesi veya hatanın devamında puan uyarı sistemi uygulanacaktır.)
İyi forumlar.
@Laperdesi
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Yeni nesil bilmez eskiden et o kadar çoktu ucuzdu bir çok evde fazlalıktan dolayı bozulup çöp olmasın diye eti kurutup öyle tüketirdi

Eskiden elektrik ve buzdolabı yokken veya henüz yaygın değilken
Etler bu şekilde kurutulurdu
Kışın tüketilirdi
Lezzeti mi
Harikaydı..1000018266
 
⁃ GEREK KALMADI
Zır deliye kaldı köyün meydanı
Değneğe, sopaya gerek kalmadı
Bir kuru soğana kırdı gerdanı
Pilava, lepeye gerek kalmadı

Eski köprülerden gelip geçen yok
Ata yurtlarına konup göçen yok
Can biten toprağı ekip biçen yok
Orağa, çapaya gerek kalmadı

Güzeller yaylada atmıyor turu
Nehirler, dereler akmıyor duru
Pınarlar kaybolmuş çeşmeler kuru
Vanaya, tıpaya gerek kalmadı

Borç, faiz köylünün canına yetmiş
Genç kuşak metropol şehire gitmiş
Dağda odun bitmiş, köyde iş bitmiş
Eşeğe, sıpaya gerek kalmadı

Büyükbaş, küçükbaş ithal edilir
Bizim meralarda tilki güdülür
Ekmek kuyruğuna erken gidilir
Anbara, depoya gerek kalmadı

İneğin, dananın başı çatılmış
Keçinin, oğlağın tozu atılmış
At, eşek, öküzler çoktan satılmış
Şifana, arpaya gerek kalmadı

Utanacak hâle güler arsızlar
Döner akıl verir yüzü nursuzlar
Fatura üstünden soyar hırsızlar
Kilide, kapıya gerek kalmadı

Pek kimse bilmiyor, ne şer, ne câiz?
Hutbeyi takvimden okuyor vâiz
Yüzde ellilerden düşmüyor fâiz
Borsaya, repoya gerek kalmadı

Vergi kaçıranlar yundu paklandı
Sonra birer birer öpüp koklandı
Suçlular övülüp rey’le aklandı
Sabuna, hipoya gerek kalmadı

Beyler sülâlece hüküm sürerler
Sümen altlarından defter dürerler
Koltuktan koltuğa koltuk verirler
Kuruma, yapıya gerek kalmadı

Bir bir kullanılır eldeki kozlar
Bir türlü erimez dağdaki buzlar
Evlenmeye korkar oğlanlar, kızlar
Kolyeye, küpeye gerek kalmadı

Oyunda kuralı kim nasıl koydu?
Anlayın! kim kimin altını oydu?
Bu Ozan AZÂBİ alkışa doydu
Ödüle, kupaya gerek kalmadı
Ozan AZÂBİ / Hacı Musa TUNCER
28.10.2024
 
Biz çocukken, evde bakır kaplarda pişerdi yemekler. Arada bir kapı önünden geçen “kalaycı”lar, bakır kapları kalaylardı. Yemekler de bu kalaylanmış kaplarda pişerdi. Sonra birden alüminyum furyası çıktı!. Herkes bakır kaplarını satıp evi alüminyum kaplarla doldurmaya başladı… Büyük kolaylıktı. Hafifti, ucuzdu, kalaylanma derdi yoktu!. Yıllar yılı alüminyum kaplarda pişmiş yemeklerle beslendi beyinlerimiz. Derken çelik kaplar, teflon tencereler çıktı yakın yıllarda.
Ve atıldı ortaya bir yeni keşif! “Alzheimer” yani ALÜMİNYUM hastalığı!
Bu hastalığa yakalananların beyin hücrelerinde normalin 4 katına kadar alüminyum fazlalığı tespit oldu 1989 da… Özellikle, beynin hafızayla alâkalı hippocampus bölgesindeki hücrelerde bu birikim çok fazla olarak bulundu. İnsanların farkında olmadan gıda ve diğer yollarla aldıkları fazla alüminyum beyni iflasa sürüklüyordu.
İsimleri, yerleri, kişileri hatırlamaz hâle getiriyordu “ALZHEİMER” hastalığı. Ve bunda, kullanılan alüminyum kapların etkisi çok büyük!Yapılan araştırmalara göre, normal kapta pişen domatesteki alüminyum oranı, alüminyum kapta piştiğinde yüzde yüze yakın artıyordu.
Şimdi alüminyum tencereler kullanılmıyor pek ama tehlike geçti mi?
Bu defa da en başta alüminyum “kutu”larda saklanan, içilen konserve ve meşrubat türü gıdalar çıktı karşımıza. Bunların yanı sıra vücuda alınan bazı ilaçlara da dikkat edilmeli sanırım. Meselâ, stresli toplumlar sürekli mide yanmalarına karşı antiasid almaya başladılar. Ki alınan antiasid hap veya şurupların pek çoğunda yoğun miktarda alüminyum hydroxid ve alüminyum tuzları bulunmakta. Yanı sıra ishal kesici (antidiarrheal) haplar dahi alüminyumlu maddeler ihtiva etmekte. Bir kısım ağrı kesici aspirinler, kepek olmasını önleyici bazı şampuanlar, bazı
deodorantlar, hep beynimizin belâsı alüminyumu ihtiva etmekte…
Bilmem alüminyumlu nesnelerden uzak durmamız gerektiğini yeterince anlatabildim mi?.Yanı sıra kesinlikle LIGHT ve DIET yazan yenecek ve içeceklerden uzak durmak gerekiyor…Rafine beyaz şeker ise beyni “turn-OFF” yapan (çalışmasını durduran) madde olarak adlandırılıyor.

Prof. Dr. Turan GÜVEN
DÜNYA HALİ
 
Teşekkürler
 
EKİLMEYEN TARLA, BOŞ AMBAR, İŞTE TÜRKİYE.
Buğday ambarları; kilenin iki dolusuna bir kile denir. 20 kileye bir mut denir. 12 muttan başlayarak ağaların zenginlerin 60 mut ambarına kadar gider 40 mut u aşan ambara divit ambar denir, ambarda buğday çücüklemez bozulmaz yıllarca saklanır.
Eskiden öküzle katırla çift sürülürken, harman dövülürken bile; EKİLMEYEN bir karış toprak kalmazdı, şimdi bazı köylerde EKİLEN bir karış toprak yok. Bazı köylerde ekip diken az sayıda yaşlılar var. Ovalarda yüksek tepelere çıkıp bakınca EKİLİP, EKİLMEYEN tarlaları görürsünüz.
Birde ağanın; iki çeşit kilesi vardır, al kilesi büyüktür, ver kilesi küçüktür. Dikkat edin. Ağaya yanaşan; çok veri, az alır. Türklerde ağalık değil, beylik vardı eskiden.
40 yıldır dediğimizi bir daha diyoruz. Türkiye; her konuda yerli ve milli üretime geçmeli, çalışma seferberliği başlatmalı, Nimet külfet eşit paylaşılmalı.
Tarımda; alım garantili, fiyatı belli üretime geçmeli. Sanayide ve ticarette; Zincir mağazalar ve tüm Mağazalardaki ürünlerde, yerli ürünler % 80 den aşağı olmamalı. Milli ve daha güçlüyken var olan kurumlar tekrar açılmalı.
Ramazan Kıvrak
 
Telefonlar hayatımıza girdiği gün kağıt kalem devri sona erdi.
Önce mektuplar gitti sonra noktalama işaretleri sonrasında da duygular..
Ne anne baba özlemi kaldı ne yar hasreti..
Vuslatın da bir anlamı kalmadı tabi..
Eskiden bir gülüşü bir bakışı için kapıda yatılan sevgiler de bitti.. İstediğin an profil resminden görebilirdin çünkü.. Her güne seninle başlayıp gözümü seninle kapatmak istiyorum lafları da tarih oldu çünkü o hisler kalmadı artık.
"iyi geceler sevdiğim"yerine "herkese iyi geceleeeeerrr", "günaydın bitanem" yerine "günaydın herkeslereeee" der olduk..
Telefonla gözümüzü açıp telefonla kapatır olduk.. Ne zamandır teyzemin sesini duymadım napıyor acaba diye düşünmemize gerek kalmadı, zaten dün eşiyle yer bildirimi yapmıştı iyi demek ki aramayım neyse..
Arkadaşım ........ı görmeyeli 3 yıl oldu bir arasam mı acaba?
önce bir profiline bakayım da..
Aa evlenmiş bir de çocuğu olmuş..
Vay be 3 yıl önce yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmeyen arkadaşımın çocuğu olduğunu internetten öğreniyorum.. Hepimiz her gün yaşar olduk böyle durumları.. Ne acı..
Ne dostluk kaldı, ne aşk ne de gurbet..
Anne babasını bile eskisi kadar özlemiyor insan..
Belki uzaklar bu kadar yakın olmasaydı daha yakın olurdu kalplerimiz..

Alıntı.
DÜNYA HALİ
 
Bir zamanlar "Komşuluk” diye bir güzellik vardı...
Nereye taşındı, bilen var mı?

Bizim zamanımızda komşu denince akan sular durur; ekmeğini, çorbanı, aşını ve gözünden akan yaşını bile paylaşırdın. Üzüntünü, sevincini, acını, yani yaşamını paylaşırdın. O günleri çok özlüyorum.
Gerçekten komşunun komşuya ihtiyacı var.
Hızlı ve çarpık şehirleşmenin doğurduğu robotlaşmış kalabalıklar; insani ilişkilerin alt üst olduğu; ruhsuz insan yığınlarına dönüştü…
Şehirler kalabalıklaşırken, insanlar yalnızlığa mahkûm oldu.
Hâlâ komşularımız var, hem de eskisinden fazla. Fakat komşuluk yok. Bugün apartman tarlasına dönen şehirlerde oturan birçok kişi karşısındaki komşusunu tanımıyor. Çünkü “komşu olmak” başka, “komşuluk etmek” başkadır. Taşındığınız anda komşu olur, tanıştığınız anda ise komşuluk etmeye başlarsınız. Bu tanışıklık dertleri dinlemeyi, sıkıntıları paylaşmayı, sevinçlere ortak olmayı ve hassasiyetlere özen göstermeyi temin ediyorsa, orada iyi komşuluk ilişkileri var demektir.
mertlik bozuldu” sözü varya mecazen “apartman icat oldu, komşuluk bozuldu” dersek pekte yanlış olmaz…

Sobayı, kömürü, külü bilmeyen; “komşu, komşunun külüne muhtaçtır” atasözünün anlamını nereden bilsin?
DÜNYA HALİ
 
Naylon leğenleri görünce bakır dövme tabakları satıcıya verdiler, anneanne'nin tepsisinden kablo yapıldı…

Floresan tavana asılınca, fitilli lambaları gereksiz kalabalık saydılar…

Etrafına toplandığımızda mutlu olduğumuz
o soba, kalorifer gelince evi kirletmekten suçluydu artık…

Çöplükte son gördüğümde üzerinde pişirdiğimiz kestanelerin sanki izleri vardı…

Televizyonlar gelince mahzenlere atılıp çürümesi beklenen radyoların başında ilk aşk gözyaşlarını dökmüştüm…

Yeniler gelince bir eski evde unutulan Safiye Ayla söylerdi:
“Ah şu gönül şarkıları…”
Vefasızsın…

Marketler gelince bakkalları terk etti mahalleli…
AVM'ler geleli, tenhalaştı çarşılar…

Traktör aldıkları gün sarı kızı sattılar kasaba…
Evin önüne geldiğinde bayram edilen o eski arabanın ah bir dili olsaydı…

Eski mahalleler…
Eski sokaklar…
O eski köşebaşı…
Eski bahçeli evler…
En sevilen giysiler, renkler bile terk edilir,
yerine neyi seveceğini dergiler söylemez mi:
“Bu senenin modası sarı…

Vefasızsın…
Tamam da…
Naylon leğen mi sandın tarihini?..

Bekir COŞKUN’dan…
DÜNYA HALİ
 
İçim karardı @Afacan15 biraz da eğlenceli şeyler konuşalım mı :)
 
BAKKALLARIMIZ VARDI BİZİM...
Mahallelerin orta yerinde bakkallarımız vardı bizim.
Her şeyin en güzelini en tazesini satardı.
Parası olmayana "Sonra ödersin" derdi.

Bir veresiye defteri olurdu.

Ne icraya verirdi insanları, ne gururunu incitirdi.
Nereli olduklarının ne önemi var. "Mahalleli!"

Bakkallarımız vardı bizim.

Memleketin az ışıklı gecelerinde sokak lambalarımız.
Kendilerini mahallenin güvenliğinden sorumlu tutan.
Ayak seslerinden bile kimin geldiğini tahmin eden. Kapısı ardına kadar açık.

Bakkallarımız vardı bizim ipe asılmış çamaşırlar gibi temiz.
Mahallenin çilesini çeken, düğünlerde halay çeken.

Eski zaman adamları.

Bakkallarımız vardı bizim. "Bakkal eliyle" diye mektup adresi olarak kullandığımız.
Adımıza gelen telefon için bıkıp usanmadan kapımızı çalıp haber veren.

Üşüdüğümüz gecelerde sığındığımız.
Çocukları her daim ilkyaz çiçekleri gibi karşılayan.

Yaşlıların elindeki paketi alıp merdivenlerden çıkaran.
Top oynarken kırdığımız camlar için arkamızda duran.

Bakkallarımız vardı bizim.
İçinden şekerli düşlerimizin geçtiği.

Gazozu ilk orada içtiğimiz.

Veresiye defterlerinde isimlerimiz yazılıyken.
Adreslerini kaybettiğimiz.

Bakkallarımız vardı bizim.
Bizleri kazıklayan süpermarketlere sevdalanıp ihanet ettiğimiz...
 
Yaşı elli ve üzerinde olan neslin, değişik geleneklerle iç içe bir gençliği olmuştur.

Geceleri dışarı sofra Örtüsü silkmenin ve kirli su dökmenin sakıncalı olduğunu söyleyen annesinin,
Gece ıslık çalınmaz, şeytanlar gelir diyen anneannesinin otoritesine karşı çıkmış babayiğit bulunur mu..!

Gece sakız çiğnemek ölü eti çiğner,gece aynaya bakmak,tırnak kesmek uğursuzluk sayılırdı..

içten gelen törensellikleri cahillik olarak değil, kaybedilmemesi gereken bir tradisyon aktarımı olarak görürlerdi.
Kafama bir örtü koyup, üzerinde tutulan su dolu çanağa kurşun döktüklerinde, duyduğum cazırtılar bitip de gün ışığına ulaştığımda, merakla bakmıştım tasın içerisine.

- Çatlamış bu oğlan nazardan, gözleri çıksın inşallah!..
Hepimizin bir nazar boncuğu vardı bir tarafımıza iliştirdikleri

Kafasının üzerine tuz çevrilip üzerine atılmayan kişi kalmamıştır o çağlarda.

Karnı ağrıdığında, beline atkı sarılıp üzerinde ütü gezdirilirken bilmem ne duası okunmayanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez sanırım.

Hangi muskaların omuz başlarına çengelli iğneyle tutuşturulduğunu,
Komşu teyzelerle gidilen yatırlarda ağaçlara bağlanan çaputlara,
gözlerini kırpıştırarak baktığı günleri hatırlamayanlar var mıdır?

Issız bir yerde siğerken ''desturr'' diye seslenilerek meleklerin kaçışmasının sağlandığını,
kibritle oynamanın uyurken altınıza işeteceğini,
incir ağacına tırmanılmayacağını,
Makası açık bırakırsan kavga çıkacağını,
Namaz kılan babaannenin sırtına atlanılmayacağını,
Pilav yerken tabağında bıraktığın pirinç taneleri kadar çocuğun olacağını..

Yemediğin lokmalarının ardından ağlayacağını,
Gidenin peşinden su dökmenin kısa zamanda döneceği umutlarını beslediğini,
Ciklet çiğnersen sakallarının çıkmayacağını,
Yaramazlık yaparsan polislerin gelip babanı hapse götüreceğini,
Unutan yoktur sanırım yaşıtlarımızın arasında..

Okul ve iş kapısına sağ ayakla girmenin, tahtaya vurup kulak çekmenin, çekerken dudaklarımızın arasından ''cucuukk'' diye ses çıkarmanın pratik faydalarını nasıl inkar edebiliriz mutlu bir jenerasyon olarak.

Bir arkadaşım su içerken çömelir, elini başının arkasına koyarak aklının kaçmasını önlerdi!..
Ona öyle demişti anacığı, çaresiz çömelirdi çocuk!..
Köpek uluduğunda kalkıp terliklerin ters çevrilmesini istediklerini anlayamazdım ama korkar yapardım hemen.

Üstelik eve girince çıkardığın ayakkabın ya da terliğin ters durursa, hemen düze çevirme gerekliliği varken.
Köpeklerin gece serenatları tersine işletiyordu tradisyonları!..

Öyle yetiştirilmişlerdi ve öyle de korumaya çalışıyorlardı kendi çocuklarını türlü kötülüklerden.
Bacaklarımın arasından geriye bakma oyunu oynadığımda,
- Bakma öyle misafir getirirsin, hazırlığımız yok şimdi... derdi annem!!?

Dikeceği kumaşı keserken, yan odadan koştururdu beni ''kolay gelsin'' diye bağırtarak.
Kaybolan şeylerin hemen bulunmasını sağlayan duaları ezbere bilirdi eski kadınlar.

Olmasını istedikleri ivedi dilekleri gerçekleştiren bir ''Aceleci bacı'' vardı. Duasını gönderdin mi bizzat meşgul oluyordu.

Cenaze geçerken çoluk çocuk geceleri kestirmedikleri tırnaklarımızı saklardık nedense.
Sabahları yüzümüzü yıkamanın nedeni açılmak değil,
gece boyunca suratlarımız yalayan şeytanların salyasından arınmak içindi!..
 
YAŞI 50/75 ARASI OLANLAR MUTLAKA OKUYUN
Bir solukta okuyacağınız çok güzel bir yazı.
Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…....
PEKİ KİM BUNLAR?
1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı 70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..?
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…
Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…
bir garip nesil…
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…
Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…
Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…
Ama hepsi ders verecek kadar bilgi sahibi...
Harp görmüş, darp görmüş…
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…
Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş, direnç abidesi bir nesil...
Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış.
68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları, ipe sapa gelmeyen savaşçıları,
Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız bu vatanı sevmiş…
1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…
Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…
Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…
Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…
Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış.
Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…
Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğanlar…
İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının.…
Bunlara iyi bakın, Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…
Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?
Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…
Dozer gibi dünya milletleri geçti…
Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…
Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…
Dostu için can vermeyi de, son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…
Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…
Onun için1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba, amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!
Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…
Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin.
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır..
Mevlüt Kaleli
 
Savaş bitsede suriyeliler gitse keşke, işte bu tüm ülke için harika bir haber olur, misafirlikte nereye kadar ..
Yok girme bu sulara, sonu siyasete ve ırkçılığa çıkar, yassaaaak! :)
 
Suriye vekil güçler orada plana dahil olmazsa ve orada federal bir yapı ırak tarzı bir hükümet ve bütün grupların katılımı ile yapılırsa. Göç çok hızlanır. Yakın zamanda Türkiye'ye etkisi inanılmaz olur. Hem enflasyon üstünde hem kamu üzerinde yük azalacaktır. bizim için önemli olan enflasyon ve kira bu ikisinini ekonomi üzerinde çok etkisi oluyor. Bu durumda zarar edecek tek kurum devletin vergi gelirleri ama sanırım onuda Suriyenin inşası ve savunma sanayinin satışları doldurcaktır. Sizi temin ederim ülkemizden ayrılan 500 bin kişi gittiğinde bile olası farkı görebiliriz. Tek sorun kısa zamanda barış ilan edilmesi ve ülkemizde ara eleman ihtiyacı sorunu. bakıp göreceğiz.
Benim gordugum rejimin bu kadar basit devrilmesi, Arkada daha buyuk bir oyunun olduguna isaret ediyor.
Kafamda bin bir Turlu soru var. Acaba Israil’e bile koridor mu acildi diye dusunmeden edemiyorum. Umuyorum ki savas genislemez.
Ben kendi ulkemin cikarina baktigimda, pkk ve Ypg’nin orda rahat dolasmasini istemiyorum. Ulkemizde de sukuneti bozacak, ve yine teroru hortlatacak olaylara karsi emniyet birimlerimize Allah guc ve kuvvet versin.
 
YER SOFRA BEZLERİ !..

Bizim zamanımızda; İnsanlar yer sofrasında yeyip, çayı hemen sonrasında bağdaş kurarak içerler, yemekten sonra sofra bezi bahçenin alt köşesindeki tavuk kümesine silkelenirdi. Yazları karpuz kabukları iyice didiklesinler diye tavuklara verilirdi. Çay çöpleri belli bir sıra ile çiçeklerin diplerine, vita tenekelerine dökülürdü. Öyle de bir gübre olurdu ki. Çiçekler azar kudururdu.
Bizim zamanımızda; bir kırıntı ekmeği bile tavuklarına vererek değerlendiren tutumlu insanlar vardı..🥰♥️
 
“Televizyon yoktu..
Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel günlerdi, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Dışarıda kar...
Ama kuzine içten içe öyle yanıyor ki.
Kuzinenin üzerinde demir maşa...
Maşanın üzerinde de ekmek dilimleri.
Aydınlık bir kış sabahı ve kızarmış ekmek kokusu...
Sucuk lükstü. Yumurta lezzetli.
Ekmek her zaman ekmek gibi...
Bir kez olsun kümesten yumurta almamış,
bir kez olsun o kızarmış ekmeğin kokusunu duymamış ve fakat alışveriş
merkezlerinin restoran katlarında boğucu bir gürültü ve havasızlık
içinde hamburger keyfine fit olmuş çocuklar ve gençler için ben ne kadar yaşlıyım...
Dışarıda kar...
İçeride kanaat...
İçeride huzur...
Televizyon yoktu.
Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki, keyfimiz bozulmazdı hiç!
Portakal kabuklarını sobanın üzerine dizer,
kokusuna ram olurduk.
Kestane közlemek büsbütün bir gecenin akıllara seza mutluluğuydu.
Sonra illa ki, büyüklerin anlattığı hikâyeler, hatıralar...
Birçoğu arızalı ve tedaviye muhtaç beyinlerden çıkma
dizilerin ve filmlerin açtığı hasarlar yerine,
geniş ve besleyici bir masal dünyası...
Lezzet bir tarafa, kokuya da hasret
kalacağımız kimin aklına gelirdi?
Ekmeklerimiz el değerek üretilirdi,
sağlıklıydı, lezzetliydi ve mis gibi kokardı.
Çay da kokardı...
Domates de...
Bütün bu nefasete, küçücük bir bakkal dükkânının zenginliği yetiyordu.
Dışarıda kar...
İçeride huzur...
...
Mutluluğun resmini çiziyorduk eski günler de
 

Geri
Üst