ÖMRÜMÜN GÜZEL İNSANLARI 🤍

Off Yeter artık Anne ya Yine mi yatağı ıslattın.

Yeminle vereceğim seni sonunda huzur evine.
Sen de kurtulacaksın ben de, diye söylendi kadın.

Annesi uzun zamandır yatalaktı ve konuşamıyordu.
Kızının sözleri üzerine kalp atışları hızlandı.
Elleri terledi. Dudaklarını kımıldattı.
Güzel kızım özür dilerim. İnan bilerek yapmadım. Vallahi farkında bile değilim. Çok özür dilerim diyecekti, diyemedi...

Yatağın ucunda duran ve öfkeyle kendisine bakan kızıyla göz göze geldi. İki damla yaş daha fazla kirpiklere tutunamayıp, önce yanaklara, sonra da göğsüne damladı.

Hah Şimdi de ağla. Yahu asıl ağlaması gereken benim anne ben. Senin yüzünden Hayri'yle ayrılma
noktasına geldik. Adam da haklı. Evinde bile rahat edemiyor. Sen ne güzel ağlıyorsun da söylesene
ben kime ağlayayım. Aylardır sana bakıyorum,
altını temizliyorum, Bıktım yeminle bıktım...

Araya kızgın bir demir gibi sessizlik girdi.
Kadın söylene söylene yatak çarşaflarını değiştirdi.
Annesi kızını daha fazla kızdırmamak için gözlerini kapattı. Biliyordu çocukcaydı ama sanki gözlerini kapatınca orada yokmuş gibi oluyordu..

Son zamanlarda bulmuştu bu oyunu. Ne zaman
evdekiler ona söylense, sitem etse, çemkirse, kötü davransa, o hemen gözlerini kapatıyordu.

Kadın hışımla yerdeki ıslak çarşafı alıp odadan çıktı.
Annesi yine yalnızlığıyla baş başa kalmıştı.
Derin bir nefes aldı. Aldığı nefes göğsüne saplandı.
Başını usulca pencereye doğru çevirdi.

Pencerenin önünde duran ve ha kurudu ha kuruyacak
bir tek kırmızı güle baktı. Bu odada yattığı zamanda, gül ona arkadaşlık etmişti. Sırlarını onunla paylaşmıştı.
Ama gül de bakımsızlıktan önce yapraklarını dökmeye başlamış, sonra da boynunu eğerek
dalından kopmuştu.

Gidiyoruz galiba ikimizde. dedi. Vakit geldi değil mi?
Mesele çok yaşamak değilmiş, iyi yaşamakmış.
Baksana halimize, çok yaşadık da ne oldu.
Azar, hakaret, kötü bakışlar..

Gül biraz daha koptu dalından.
Kadının kalbi sıkıştı..
Karanlık çöktü kente.
Sokak lambaları yandı..
Oturma odasından kahkaha sesleri geliyordu. Çocukların yine misafirleri vardı demek. Ne güzel eğleniyorlar diye iç geçirdi anne. Gülümsedi. Kuzum benim, gül elbette, ben seni çok üzüyorum, yoruyorum, haklısın. Kurban olurum sana

Gül dalından kopup pervazın üstüne yuvarlandı.
Kadının kalbi durdu.
Karanlık çöktü odaya.

Kadın elinde çorba tabağıyla odaya girdi. Yüzü asıktı.
Biraz önce dışarıda kahkahalar atan kadın gitmiş yerine suratsız sinirli biri gelmişti. Kadın tabağı yatağın
yanındaki sehpanın üstüne koydu. Annesine bakmadan, yorganı kaldırıp, yine yatağı ıslatıp ıslatmadığına baktı.

Ve İnanmıyorum sana anne ya! daha biraz önce değiştirdim senin altını. Sen inadına yapıyorsun değil mi bunu? Demin içeride birazcık güldüğümü duydun, sırf ben üzüleyim diye yine yatağı
ıslattın de mi. Ah anne ah!

Başını kaldırdı. Annesinin gözleri kapalıydı.
Eli annesinin bacağına değdi. Annesi soğuktu.
Hem de buz gibi. Kadın irkildi ve korkuyla geri çekildi.
Anne diyebildi sadece. Gerisini getiremedi.

Saksı dünyada kaldı.
Yatak da dünyada kaldı.
Diğer eşyalar gibi, toprak gibi, hava, su, ateş gibi, her şey dünyada kaldı.
Giden gül oldu, giden anne odu.

Sonra kadın çok ağladı.
Üzüldü vicdan azabı çekti ..
Ama geç kalmıştı ...

Yüreğini hatırla insanoğlu.
Senin bir yüreğin var, hatırla!

Alıntı ...

Elbette böyle olmayan ,
Birbirlerini sarıp sarmalayan
Anneler ve Kızları da var ..
Onlar dan Allah Razı Olsun ..
Kocaman yürekli kadınlara Selam Olsun
Rabbim sayılarını artırsın ...Âmîn
 
"BABAM ANNEMİ ÖPTÜ"

Yaklaşık bir yıldır tanıyorum.
Çok çekingen, kendine ve insanlara güveni konusunda sıkıntıları olan bir kız.
Gerçek adını veremeyeceğim için biz ona Zeynep diyelim.

Zeynep bugün büroya ilk defa gülümseyerek girdi.
Meraklandım.
"Hayırdır Zeynep, bu ne mutluluk böyle?" diye sordum.

Önce etrafına bakındı, sonra da kapıyı kapatıp fısıldayarak "Tamer abi bu sabah çok garip bir şey oldu. Annemle babamı mutfakta öpüşürlerken gördüm." dedi.

Zeynep'İn ışıldayan afacan gözlerine baktım. Sonra başını okşayıp karşıma geçip oturmasını rica ettim.

"Annenle babanın öpüşmesi neden sana garip geldi?"

"Ne bileyim Tamer abi... Bizim evde öyle şeyler olmaz ki hiç."

"Peki, gördüğünde ilk aklına gelen şey ne oldu?"

Kıkırdamaya başladı.
"Komikti. Komik ama güzel."

"Son bir soru daha. Onlar seni görünce ne yaptılar?"

Bu sefer kıkırdaması kahkaya döndü.
"Babam hemen geri çekilip, anneme yumurtanın pişip pişmediğini sordu."

Buna ben de çok güldüm.
Keyiifli bir sohbetin ardından Zeynep' evine gitti.

Zeynep'ten sonra bu durumun kaç evde ve ne ne kadar sıklıkla yaşandığını düşündüm. Nedense, sevgisini göstermek istemeyen ya da gösteremeyenlerin kurdukları evlilikler böyle düşe kalka gidiyor. Yıllarca anne ve babalarının birbirlerine dokunmadıklarını, birbirlerine sarılmadıklarını, birbirleriyle öpüşmediklerini görmeden büyüyen insanlar var.

Tabularımız,
Travmalarımız,
Yasalarımız,
Ayıplarımız,
Günahlarımız...
Üstüne bir de ekonomik sıkıntılar, bitmek bilmeyen kağıt kürek işleri, randevular, ödemeler, sabahtan akşama, akşamdaan sabaha iş saatleri, gelenler, gidenler, beklentisi olanlar...

Aileler var.
Kimsenin kimseye dokunmadığı.

Aileler var.
Kimsenin kimseyle göz göze gelmediği.

Aileler var.
Beraber gülmeyi, eğlenmeyi, gezip tozmayı unutmuş.

Şakalaşmak ne?
Yaramazlık yapmak ne?
Kalkıp dans etmek, halay çekmek, hep bir ağızdan şarkılar türküler söylemek ne?
Sohbet etmek, dertleşmek, eskilerden, yenilerden anlatmak ne?

Aileler var.
Aynı evde yatıp da birbirlerine kilometrelerce uzak.

Anne ve babalarını tartışırken, kavga ederken ya da birbirlerine küserken gördüklerinde şaşırmayan çocuklar, onları birbilerine sarılmış, öpüşürken gördüklerinde şaşırıyorlar.
Neden?
Çünkü bizler güzeli, iyiyi ve doğruyu gösterme konusunda cimriyiz. Akıl verirken dediklerimizi, nedense kendimiz yapmaya gelince, kolay kolay yanaşmıyoruz.

Bunları düşünürken de çocukluğum aklıma geldi.
Annem ve babam.
Ben de onlar yüzleri gülerken gördüğümde, birbirleriyle cilvelişirken yakaladığımda, oturup da sohbet eettiklerine şahit olduğumda, dünya gözüme daha güzel görünürdü. Sebepsiz bir mutluluk girerdi içime.

Yıllardır ardı ardına yapılan araştırmalar bize şunu gösteriyor.
Yapılan bir hareket, bir davranış, bir eylem, yirmi dört saat akıl vermekten çok daha etkili.

Çocuklar duyduklarından değil, gördüklerinden etkilenirler.

Gün boyu suratı asık ebevynler, hayata gülümesemeyi çocuklarına nasıl öğretebilir? Sürekli hırgür ve kavga içinde olan anne ve babalar,, çocuklarına nasıl huzurlu bir yaşam haritası çizebilir?

Konuşmalarda değil, yaşamın içinde çocuklara örnek olmak en etkili reçetelerden biridir.

Zeynep bu yüzden mutlu olmuştu.
Zeynep anne ve babasının bu yakınlaşmalarını gördükçe, ileride o da kendi evliliğinde bunu uygulayacak. O da eşine dokunacak. Eşi ona dokunduğunda mutlu olacak.

Asıl ayıp, asıl günah ve asıl yanlış olan şey çocuklarımızı sevgiden mahrum bırakmaktır.

Tam da burada size yıllar evvel dinlediğim bir hikâyeyi anlatayım.

İkinci dünya savaşı Nazi Almanyası döneminde, ebeveynlerini kaybeden bebekler hastanelere alınmaya başlamış ama ne yazık ki, bu bebekler çok uzun yaşamıyor, bir süre sonra hayata veda ediyorlarmış ama bir hastanede, bebekler birer ikişer ölürken, içlerinden bir tanesi, herkesi şaşırtan bir gelişme göstermeye başlamış. Bebek sorunsuz bir şekilde üç öğün mamasını yiyor, etrafına gülücükler saçıp, çevresinde olup bitenlere olumlu tepkiler veriyormuş. Bu durum başta hastanenin başhekimi olmak üzere bütün doktorların ilgisini çekmiş. "Diğer bebekler ölürken, nasıl oluyor da, bu bebek böyle sağlıklı bir gelişim gösteriyor?"

Testler, gözlemler, araştırmalar...
Her şeyi denemişler ama bu inanılması zor durumun sebebini bulamamışlar.

Ve bir akşam başhekim evinde otururken, önemli bir belgeyi hastanede unuttuğunu farketmiş ve geç saat de olsa, belgeyi almak için tekrar hastaneye gitmiş. Tam kapıdan içeri girerken, bebeklerin tutulduğu odadan ses duymuş.

Bir kadın sesiymiş bu.
Şarkı söyleyen bir kadın.
Merakla odanın kapısını açmış ve gördüğü manzara karşısında kala kalmış.

Hastanenin temizlik çalışanlarından bir kadın, yukarıda anlattığım o sağlıklı bebeği göğsüne bağlamış, hem temizlik yapıyor, hem de bebeğe şarkılar söyleyip, onunla sohbet ediyormuş. Başhekim hemen kadını yanına çağırıp onunla konuşmuş ve nihayet bebeği hayata bağlayan, ona mutluluk ve sağlık veren durumun sebebi anlaşılmış. Aylar önce, temizlikçi kadın ile bebek arasında duygusal bir bağ başlamış ve o günden sonra kadın her akşam işini, bebeği göğsünde taşıyarak yapıyormuş. Ona söylediği şarkılar ninniler, anlattığı masallar, sarıp sarmalaması, öpüp koklaması... Evet, mucizenin sebebi, sevgi, şefkat ve ilgiden başka bir şey değilmiş.

Biz sanki kalbimizin ne işe yaradığını unutmaya başladık. Sevmek, sevişmek, sevdiğine dokunmak, onu koklamak, koklaşmak...
Öyle ki, bir çiftin sokakta birbirlerine sokulmaları ya da öpüşmeleri, bir kadının sokak ortasında bir erkek tarafından dövülmesinden çok daha fazla ayıplanıyor. Hatta biraz daha ileri gideyim. Dayak yiyen bir kadını görmezden gelenlerin birçoğu rahatlıkla öpüşen bir çifte müdahale edebiliyor. Çünkü bizim buralarda sayıp sövmek normal ama sevdiğini göstermek ayıp ve günah!

Özellikle bahsettiğim bu sıkıntı eşler arasında çok fazla yaşanan bir durum. Evlerde, kağıda dökülmemiş, altı imzalanmamış ama aile fertleri tarafından kabul görmüş bir kural var. Baba sürekli ciddi ve otoriter, anneyse hanım hanımcık ve edepli olmalı. "Evlilik ciddi bir müessesedir" diyenlerin heder ettiği birçok hayat...

Oysa bunun tam tersini yaşayan ve yaşatan aileler çok daha keyifli bir aile içi iletişime sahipler ve çocuklarını daha doğru bir şekilde geleceğe hazırlıyorlar.

Burada da Özdemir Asaf'a kulak verelim.
”Ben çiçekleri,
Renklileri,
Delileri severim,
Bir de delilikleri.” demiş usta. Ne de güzel söylemiş.

Bizim başımıza da ne geldiyse, gereğinden fazla akıllı, uslu olma telaşından geldi. İnan buna hiç gerek yok. Toplumun bize dayattığı "uslu" olma, bizi bizden alıp götürüyor. Sürekli hata yapmaktan korkan, yanlış anlaşılmaktan çekinen, kaygılı ve korku dolu insanlara dönüşüyoruz. Çiçekleri sevelim, renklileri sevelim, delileri ve özellikle de delilikleri sevelim. İçimiz bahar bahçe, kuşlar uçuyor, rengarenk çiçekler açıyor ama biz bunu bastırıp, dışarıya karşı kışı yaşayan bir insanı gösteriyoruz. Yetsin artık!Çünkü sevgiden uzaklaşanlar, azar azar ölür bu dünyada. Farkında olmazlar ama sevgisizlik zamanla, dermansız bir hastalık gibi, hayatının bütün alanlarına sıçrar ve çaresizlik içinde kıvranır durur. Bizler bu yanlışın ortağı olmayalım. Zamanında birilerini sevdik diye yanılmış olabiliriz. Hayal kırıklığına uğramış, incinmiş, küsmüş, kırılmış olabiliriz ama sevmekten umudu kesmemeliyiz. Ağaçtan kopardığımız elma çürük çıktı diye bir daha elma yemeyecek miyiz?!🙏🙏💖💖

t a m e r d u r s u n
 
"Dün komşumla konuşuyordum. Ona sordum:
— Neden bu kadar üzgünsün?

İç çekti, hüzünlü bir şekilde gülümsedi ve dedi ki:
— Farkına bile varmadan hayat geçti.

Tabii ki onu teselli etmeye başladım. Sonra beni derin düşüncelere sevk eden bir cümle söyledi:
— Hep düşündüm: İşte para kazanacağım, bir yazlık yapacağım, çocuklar büyüyecek ve o zaman kendim için yaşamaya başlayacağım. Şık bir saç modeli yaptıracağım, elbiseler giyeceğim. Hep pantolon giyiyorum, — dedi ve bacaklarına hafifçe vurdu, — oysa hep elbise giymeyi hayal etmiştim. Ama pantolon çok rahat...

Sessizleşti. Onun sözlerini kesmedim. Birkaç saniye sonra devam etti:
— Çocuklar büyüdü, yazlık yapıldı, para var. Ama hâlâ kot pantolon giyiyorum. Ve saçım aynı – basit bir at kuyruğu.

Onu neşelendirmek istedim.
— Peki o zaman? Kuaföre git, güzel bir elbise al!

Yorgun bir şekilde gülümsedi:
— Hiç istemiyorum. Yoruldum. Gerçeklik beklentilerimi karşılamadı. Bitmeyen koşturmaca beni yendi...

Bu cümle gece geç saatlere kadar kafamda dönüp durdu.
Bitmeyen koşturmaca beni yendi.

Onun ""sonra""sı hiç gelmedi. Tükenmiş, bitmiş. Ve bu hikâye benzersiz değil. Böyle milyonlarca insan var.

Bir keresinde bilge bir söz okumuştum:
""Sonra denilen yol, asla denilen ülkeye gider.""
Bu yüzden şimdi ve burada yaşayın!

Güzel tabaklardan yiyin ve için.
Taze meyve ve yemeklerin tadını çıkarın, sulu hallerini kaybetmelerini beklemeyin.
Sevdiğiniz kıyafetleri giyin – markete gitmek için bile olsa.
Zaman bulamadığınız için sürekli ertelediğiniz o pastayı yapın.
Anın tadını çıkarın, iyiliklerinizi paylaşın, sevdiklerinize sarılın.

Şefkati, sevinci ve sevgiyi ""sonra""ya ertelemeyin.

Mutlu bir insan her şeyi yapabilir. Ve daha fazlasını."
Alıntı.
 
“Hayat bazen bize en değerli şeylerin paha biçilemez şeyler olduğunu öğretir. Sabahları kahve kokusu, pencereye vuran yağmurun yumuşak sesi ya da gün batımının parıltısı bir an için zamanı durdurur. En basit şeylerin sessiz bir gücü vardır.
Bu detaylar bize, kaosun ortasında asıl önemli olanın biriktirdiklerimiz değil, hissedebildiğimiz anlar olduğunu hatırlatıyor. Sadelikte bir sihir var. Spontane kahkahalarda, betonların arasında açan çiçeklerde, sevdiklerimizin sımsıkı kucaklarındadır. Tamamlanmış hissetmek için fazla bir şeye ihtiyacımız olmadığını anlamamızı sağlayan da bu ayrıntılardır.
Hayat hızla geçiyor ve gerçek güzellik, yavaşlamayı öğrenmek, her zaman önümüzde olanı görmek, ancak çoğu zaman takdir etmeyi unuttuğumuz şeyleri görmektir. Sonuçta tarihimizi tanımlayan şey büyük başarılar değil, belki kimsenin görmediği ama ruhu dolduran küçük jestlerdir."
💚🌿🌼
 
Üç Ağaç

Bir zamanlar, bir dağın yamacında yan yana üç ağaç büyüyormuş. İlk ağaç, "Ben büyük ve güçlü olmak istiyorum. Gemilerin yelken direği olacağım ve uzak diyarlara gideceğim." dermiş. İkinci ağaç ise, "Ben değerli olmak istiyorum. Bir sarayın içinde, güzel bir heykel olarak duracağım." dermiş. Üçüncü ağaç ise, tepelerine bakarak, "Ben sadece burada kalmak, büyüyüp gökyüzüne doğru uzanmak istiyorum. İnsanlara gölge verip, kuşlara yuva olmak istiyorum." dermiş.

Yıllar geçtikçe, ilk iki ağaç kesildi. Biri büyük bir geminin yelken direği oldu, diğeri ise görkemli bir sarayın girişinde bir heykel olarak yer aldı. Üçüncü ağaç ise, isteği doğrultusunda büyüdü, dalları genişledi. Kuşlar onun dallarında yuva yaptı, insanlar onun gölgesinde dinlendi.

Bir gün, büyük bir fırtına çıktı. Gemi, şiddetli dalgalar arasında parçalandı ve yelken direği denizin derinliklerine gömüldü. Saray ise, yaşlı ve yıpranmıştı. Güzel heykel, yerinden sökülüp unutuldu. Üçüncü ağaç ise, fırtınaya karşı dimdik durdu. Dalları esintiyle dans etti, kökleri toprağa daha sıkı tutundu. Fırtına dindiğinde, ağaç hala oradaydı, huzurlu ve güçlü.

*** Hayallerimiz önemlidir, ancak gerçekler de göz önünde bulundurulmalıdır ***
 
Avrupalı 30 m2 dairede yaşar, bütün dünyayı gezer, vizyonu genişler...
Bizim evlerimiz maşallah yayla gibi, çoğumuz değil dünyayı, kendi ülkemizi bile gezmemişiz görmemişiz.
En büyük hayalimiz mobilyalarımızı yenilemek, arabamızda cep telefonumuzda bir üst modele geçmek.
Sizin hiç her şeyini satıp savıp dünyayı gezmeye çıkan bir yakınınız oldu mu?
benim olmadı.
Yılbaşı çekilişleri öncesi "büyük ikramiye" ile ilgili sokak röportajlarını bir izleyin lütfen, insanlarımızın hayallerini dinleyin
"Daha büyük bir ev, son model araba, onu alırım, bunu alırım v.s.
Bir tek kişi de çıkıp, parayı kapıp dünyayı gezerim demez.
Daha hayal kurmayı bile bilmiyoruz biz.
Kendi yarattığımız konforlu hapishanelerde yaşamak, son model arabaya binmek, yeni mobilyalar almak bizim hayalimiz bu.
Çünkü hayatları boyunca ev araba taksiti ödeyen, hiç çılgınlık yapmamış, hayal kurmaya kalksak "başımıza icat çıkarma" diyen ebeveynlerle büyümüşüz biz...
Cüneyt Ceylan. 1000005903
 
BİR DERS OLSA DİYORUM OKULLARDA

Alfabeden sonra ilk onu öğrense herkes.
A'dan Z'ye insanlık dersi diye.
Öğrenene kadar kimse çıkmasa hayatın içine.

Adaletli olmak olsa ilk kelime..
Barış öğretilse.
Can yakmamak öğütlense.
Çiçeklerin böceklerin bile.
Dürüstük dersi verilse.
Eşit olsa herkes.
Fakir zengine özenmese.
Güzellik dersi olsa mesela.
Ğyumuşak "g" gibi yumuşak olsa üslûp.
Huyun güzelliği edep öğretilse.
İnceliğin, içtenliğin önemi.
Israrla işlense beyinlere.
jilet gibi keskin sözler yerine,
K elâmın şiir gibi olanı öğretilse.
Latifeyle, mutlulukla gözler gülümsese.
Merhamet insan olmanın kuralı.
Nahif, nazik olmanın güzelliği bilinse.
Okunan matematik, coğrafyadan çok,
Ö nce iyi insan olmanın önemi...
Paranın mutluluk getirmediği öğretilse.
Rol yapmamak, iki yüzlü olmamak.
Saminiyet doğallık dersi verilse.
Şükretmesini bilmek, azla yetinmek,
Tevekkül etmek, sabır göstermek.
Utanma duygusuyla ahlâk öğretilse.
Üzmeden, incitmeden, kırmadan hiç kimseyi.
Vefanın önemi, sevginin değeri...
Yüreklere nakış gibi ince ince işlense.
Zenginlik cepte değil insanlıkta çoğalıp,
Hayat huzurla dolsa, sevgiler filizlense..

Alıntı
 
Avrupalı 30 m2 dairede yaşar, bütün dünyayı gezer, vizyonu genişler...
Bizim evlerimiz maşallah yayla gibi, çoğumuz değil dünyayı, kendi ülkemizi bile gezmemişiz görmemişiz.
En büyük hayalimiz mobilyalarımızı yenilemek, arabamızda cep telefonumuzda bir üst modele geçmek.
Sizin hiç her şeyini satıp savıp dünyayı gezmeye çıkan bir yakınınız oldu mu?
benim olmadı.
Yılbaşı çekilişleri öncesi "büyük ikramiye" ile ilgili sokak röportajlarını bir izleyin lütfen, insanlarımızın hayallerini dinleyin
"Daha büyük bir ev, son model araba, onu alırım, bunu alırım v.s.
Bir tek kişi de çıkıp, parayı kapıp dünyayı gezerim demez.
Daha hayal kurmayı bile bilmiyoruz biz.
Kendi yarattığımız konforlu hapishanelerde yaşamak, son model arabaya binmek, yeni mobilyalar almak bizim hayalimiz bu.
Çünkü hayatları boyunca ev araba taksiti ödeyen, hiç çılgınlık yapmamış, hayal kurmaya kalksak "başımıza icat çıkarma" diyen ebeveynlerle büyümüşüz biz...
Cüneyt Ceylan
 
Yemek de boş, içmek de...
hatta yeri gelmeden sevişmek de...
Tam zamanında öpmelisin mesela güzel gözlünü... tam zamanında söylemelisin sevdiğini... gözlerinin içine baka baka.

Tam zamanında açmalısın kapını... hayatına girmek isteyenlere...
Tam zamanında çıkarmalısın... sevginden şımarmaya başlayanları.

Tam zamanında affetmelisin kardeşini... biliyorsan yüreğinde kötülük olmadığını... seni gecenin üçünde arayıp da... kafasının iyi olduğunu söylediğinde.

Tam zamanında bağırmalısın... acıyınca bir yerin...
Tam zamanında gülmelisin... Kemal Sunal küfür edince filmin bir yerinde.

Tam zamanında bırakmalısın içmeyi... son kadeh bozacaksa seni... ve üzeceksen birilerini ertesi gün hatırlamayacaksan.
Tam zamanında yaşlandığını hissetmeli.
Tam zamanında ölmelisin... ıskalamak istemiyorsan hayatı.

Haydi şimdi kalk bakalım... silkin şöyle bir
At üzerinden hayatın yorgunluğunu...
vakit zannettiğinden daha az.
Haydi kalk bakalım...
şimdi YAŞAMAK ZAMANI

Can YÜCEL
 
“100 yaşından büyük hastalara sormuşlar
‘En büyük pişmanlığınız nedir?’
📌
Cevap verenlerin çok büyük bir kısmı, yaptıklarından değil, yapamadıklarından pişmanmış.
📌
Spora gidemediğinden, seyahat edemediğinden, kendine vakit ayıramadığından yakınmışlar.
📌
İnsan keşke demek için mi yaşar, yoksa doyasıya yaşamak için mi ?
📌
Biliyorum. ‘Tabi senin tuzun kuru. Hayat sana güzel. İstifa da ettin.’ diyenler bir hayli fazladır. Unutmayın: her şey, dışarıdan güzel görünür. Ve her zaman, sahip olduklarımıza değil, elimizde olmayanları arzularız.
📌
O yüzden, olay sadece seyahat etmek ya da yolda olmak demek değil. Asıl olay, kendini geliştirmek, üretmek, yaşamak ve bir sonraki gün, bir adım daha ileriden devam edebilmektir.
📌
Hayat zordur. Mücadeleler, hırslar, egolar, arzular. Ama hayat güzeldir. Hem de çok. Kıymetini bilin. Yarın ölecekmiş gibi yaşayın. Mutlu olmak için yaşayın. Ciddiye de alın. Ama çokta umursamayın.
📌
Hayat deneyimdir. Kendinizi geliştirin. Ve her neye yetkinliğiniz varsa, asla peşini bırakmayın. Sanmayın ki, bugünün başarılı insanları, tek denemelerinde bugünkü konumlarına geldiler.
📌
Hepimiz bir mücadele içindeyiz. Savaşırken, yaşamayı unutuyoruz. O yüzden, sabah uyandığınızda doğan güneşe lanet ederek güne başlıyorsanız, o işi bırakın. Deneyin. Bir kaç gün uzaklaşın. Tek başınıza bir yerlere gidin.
📌
Büyük şehirlerde kendimizi dahi tanımıyoruz. Vaktimiz kalmıyor. Stresten ölüyoruz. Bir kere geldiğiniz bu dünyada, 1000 kere isyan ettiğiniz işi yapmayın. Ev de almayın. Araba da. Kendinize yatırım yapın.
📌
Bunu, 5.5 yıl dünyanın en büyük danışmanlık şirketlerine çalışırken, varını yoğunu seyahate yatırıp, şimdi seyahat bloggerı olmuş birisi ve 40 günlük yalnız başına Türkiye turunu yaşamış ve kendini tanımayı öğrenmiş birisi olarak söylüyorum.
📌
Hayat, mutlu olmak için vardır. Zengin veya kariyer sahibi olmak ya da annenin kuzeninin görümcesi sırf senin düğününde oynayacak diye dünya kadar borca girip borç altında mutlu/mutsuz evli olmak için değil.
📌
Hayat, her şeye rağmen güzeldir. Yeter ki, kendini keşfet ve yeteneklerinin farkına var.
📌
Herkes içindeki hayali yaşamak için vardır.
Hayal et.
Düş Peşine...”

Deniz Pehlivan
 
İNCİNSEN DE İNCİTME
“Bu kirlenmiş dünyayı yaşanılır kılan nedir bilir misin?
‘İncinsen de incitme.’
Diyen
Hacı Bektaş Veli,
...
‘Yaradılanı sev, yaradandan ötürü.’
Diyen
Yunus'u,
...
‘Dili, dini, rengi ne olursa olsun iyiler iyidir.’
Diyen
Hacı Bektaş Veli'si,
...
‘Ne mutlu eğri zamanda doğru yerde durabilene’
Diyen
Pir Sultan Abdal'ı,
...
‘Beni hor görme gardaşım, sen altınsın da ben tunç muyum?’
Diyen
Veysel'i,
‘Kötü insanların türküleri yoktur.’
Diyen
Neşet Ertaş'ı,
...
‘Bütün aşklardan yücedir, insanın insanı sevmesi.’
Diyen
Mahsuni'si,
...
‘Sana düşman
Bana düşman,
Düşünen insana düşman,
Vatan ki;
Bu insanların evidir, sevgilim
Onlar vatana düşman.’
Diyen
Nazım'ı,
...
‘Çiçek gibi insanların kalbini kırdınız, bahçeleriniz bahar görmesin.’
Diyen
Ahmed Arif'i,
...
‘Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa, şimdi en güzel şiir Barıştır.’
Diyen
Yaşar Kemal'i
Var...
...
Yani bu kadim topraklarda kin ve nefret yeşermez.
Her şeye rağmen sevgi yeşerecektir...
Kardeşçe,...

Ah..!
Aynen Özdemir Asaf'ın dediği gibi ..
Acaba çok yağsa yağmur temizlenir mi bu kirli dünya...
 
Artık hiç bir şey eskisi gibi değil.
Ben de öyle.
Çok dikkat etmiyorum uzun süredir kendime.
Kılığıma kıyafetime…
Çorapsız da basıyorum artık yere.
Eskisi gibi de korkutmuyor beni ne grip ne nezle.
Nane limonun iyi gelmediği daha büyük sıkıntılarım var herkes gibi benim de.
Takılmıyorum artık şu her kış ve bahar şişen bademciklerime.
Çok sıcak yada soğuk şeyler yiyip içmem, hepsi hepsi bir kaç gün gene.
Olur biter
Geçer gider.
Ama canımı yaka yaka yutkunduğum şeyler var.
Olup bitmeyen,
Geçip gitmeyen.
Zaman zaman yine uykusuzluk çekiyorum ama
Çokta takılmıyorum artık bu uyku konusuna,
Uyuyunca geçmeyen şeylerin olduğunu anladığımdan bu yana.

Cahit Sıtkı Tarancı

Canım Annem Babam
 
🌿Neler öğrendik hayattan;

–Kimseye yaranamayacagımızı, yaranmak zorunda da olmadığımızı..
–Zamanımızı dikkatli ve değeceklere kullanmamız gerektiğini..
–Fedakarlığın fazladan taşınan yük olduğunu..
–“Hayır” demeyi ögrenmenin gerekli olduğunu..
–Zalimin sesinin mazlumdan gür çıktığını...
–İnsanlarla mesafeli olmanın her zaman fayda getirdiğini..
–Hayatta hiç kimseye güvenilmeyeceğini...
–Yüzümüze karşı gereksiz övenlerin, arkamızdan sebepsiz de sövebileceğini..
–İyi bir komşunun, on bin akrabaya bedel olduğunu...
–Her tatlı sözün kalpten sızmadığını..
–Aşksız evliliğin, tuzsuz çorbaya benzediğini...
–Ailemizin gerçek, gerisinin yalan olduğunu..
–Ve yaşamak için doğduğumuzu, ölmek için yaşadığımızı...

Bu kadar ders bize yeter hayat ve lütfen artık bildiğimiz yerlerden sor...🍃
 
Kimsenin aleyhine konuşma,
Uzaktan atıp tutma, insanları kem dille yargılama, bil ki yanılırsın.

Birini ne kadar çok aşağılar yahut dışlarsan, onun durumuna düşme ihtimalin o kadar artar.

Kainatın matematiğidir;
Bir koyar, bir alır insan.
Bilmeden kendi hesabını dürer.
Hiçbir konuda emin olma kendini ayrıcalıklı sayma.
Konumuna ya da mevkine, ismine veya şöhretine güvenme.

Şu hayatta tüm zahiri kisveler sabun köpüğünden ibarettir.
Nazlı nazlı yükselir köpük, derken pat diye sönüverir.

Her zaman başkalarından öğrenmeye açık ol.
En iyi bildiğin konularda bile köşeli düşünme, büyük konuşma.

Cümlenin sonuna nokta değil, ünlem değil, virgül yahut üç nokta koy.
Açık bir kapı bırak daima.
Ne kadar bilsen de hiçbir zaman yeterince bilemeyeceğini unutma. Tevazudan şaşma.
Ancak o zaman kurtulabilirsin bilginin cehaletinden.
 
Kaldırımları süpüren çöpçüye kolay gelsin de
Bir sokak çocuğunun mahzun gözlerini öp
Bir mekânsızın sırtını sıvazla hatırını sor...
Otobüs durağına geldin mi
Orada dur
Kaldırımlardaki ekmek talaşını izle
Demek ki hayat var
Yaşamak güzel şey yani herşeye rağmen
Simitçiden sıcak bir simit al
Böl yarısını bir çocukla pay et
Yanından geçen en yaşlı kadına
Bir karanfil uzat
Sonra bir berbere git
Çırağına , sinek kaydı traş ol
Korkma , kesmez, acemiliği aşmış artık
Bol limon kolonyası dökün
Yansın yüzün
Birşey olmaz rahatlarsın
Aynaya bak gülümse
Çırağa bahşişi unutma
Sigara mı? Al tabi tiryakisin
Fazla içme ama
Eski paketi buruştur
Dur, yere atma
Ne kadar uzak olursa olsun
Çöp kutusunu bul
Sigarayı yakabilirsin şimdi
Tüttür dans eden dumanını
Bu kadar güzellikten sonra
Bilirim canında istemez şimdi...
Köşede bir boyacı çocuk var
Siftah etmemiş daha besbelli
Şimdi oraya git ayakkabını boyat
Hem ayakkabın gülsün
Hem de çocuğun yüzü
Hani derler ya dost başa düşman ayağa diye...

Enver Enli
Yusufun Öyküsü adlı çalışmamdan...
 
Kaldırımları süpüren çöpçüye kolay gelsin de
Bir sokak çocuğunun mahzun gözlerini öp
Bir mekânsızın sırtını sıvazla hatırını sor...
Otobüs durağına geldin mi
Orada dur
Kaldırımlardaki ekmek talaşını izle
Demek ki hayat var
Yaşamak güzel şey yani herşeye rağmen
Simitçiden sıcak bir simit al
Böl yarısını bir çocukla pay et
Yanından geçen en yaşlı kadına
Bir karanfil uzat
Sonra bir berbere git
Çırağına , sinek kaydı traş ol
Korkma , kesmez, acemiliği aşmış artık
Bol limon kolonyası dökün
Yansın yüzün
Birşey olmaz rahatlarsın
Aynaya bak gülümse
Çırağa bahşişi unutma
Sigara mı? Al tabi tiryakisin
Fazla içme ama
Eski paketi buruştur
Dur, yere atma
Ne kadar uzak olursa olsun
Çöp kutusunu bul
Sigarayı yakabilirsin şimdi
Tüttür dans eden dumanını
Bu kadar güzellikten sonra
Bilirim canında istemez şimdi...
Köşede bir boyacı çocuk var
Siftah etmemiş daha besbelli
Şimdi oraya git ayakkabını boyat
Hem ayakkabın gülsün
Hem de çocuğun yüzü
Hani derler ya dost başa düşman ayağa diye...

Enver Enli
Yusufun Öyküsü adlı çalışmamdan...
Merhaba bu hikayeleri hangi siteden buluyorsunuz
 
Şöyle bir şey okudum hoşuma gitti.
O kadar haklı ki...
"Sevdiğin insanlara zor olmamak için,
o kadar basitleşiyorsun ki, sana değer
vermeye gerek duymuyorlar."

Mütevaziliğin eziklik sayıldığı bir toplumda; küçük şeylerle mutlu olmak ve azla yetinmek
ne yazık ki 'basitlik' algılanıyor...

Yine de "bize bizi bilen, bize candan seven, içten ve samimi biz gibi dostlar" gerek ...

Bir insanın ruh güzelliği, yaşarken kimlere rastladığına bağlıdır..
Gönlü güzel insanlara kalsın bu dünya..
 
Şöyle bir şey okudum hoşuma gitti.
O kadar haklı ki...
"Sevdiğin insanlara zor olmamak için,
o kadar basitleşiyorsun ki, sana değer
vermeye gerek duymuyorlar."

Mütevaziliğin eziklik sayıldığı bir toplumda; küçük şeylerle mutlu olmak ve azla yetinmek
ne yazık ki 'basitlik' algılanıyor...

Yine de "bize bizi bilen, bize candan seven, içten ve samimi biz gibi dostlar" gerek ...

Bir insanın ruh güzelliği, yaşarken kimlere rastladığına bağlıdır..
Gönlü güzel insanlara kalsın bu dünya..
Sevgi ile gerçekliği karıştıranların sonu hep hüsrana uğramıştır onun için sevgide gerçekliği hiçbir zaman göz ardı etmemek lazım.
 

Geri
Üst