Günün hikayesi

Afacan15

Paylaşımcı
Katılım
9 Ekim 2024
Konular
64
Mesajlar
735
Tepkime puanı
1,028
GÜNÜN HİKAYESİ..
Genç adam arabasıyla işten eve dönerken kırmızı ışıkta durunca gözü yol kenarındaki bankta oturan yaşlı kadına ilişti. Akşamın karanlığı şehrin üzerine çökmüş, dışarıda dondurucu bir soğuk vardı. Herkes sıcacık evine çekilmiş, caddeden geçen tek tük arabadan başka etrafta kimsecikler yoktu. Bu yoldan otobüs de geçmediğine göre yaşlı bir kadının bu soğuk havada dışarıda olması normal bir durum değildi. Merakını yenemeyen genç adam yol kenarına çektiği arabasından inip yaşlı kadının yanına gitti. Yaşlı kadın, omuzlarında yıkanmaktan iyice solmuş eski bir şala sarınmış, gözleri karşı yolda öylece oturuyordu. "Merhaba teyzeciğim, merakımı bağışla; bu saatte ve bu soğukta neden burada oturuyorsun?" diye sordu. Genç adamın sesiyle yerinden sıçrayan yaşlı kadın büyük bir heyecanla "Geldin mi Ömer'im ben de seni bekliyordum. Market çok mu kalabalıktı ondan mı geciktin?" deyince genç adam afallamıştı. Gözleri iyi görmüyor galiba diye düşünse de hiçbir şey belli etmedi ve onun yerine gayet sakin bir sesle, "Teyzeciğim ben Ömer değilim. Seni yalnız görünce merak ettim onun için yanına geldim. Arabam biraz ileride, gel seni evine götüreyim. Bu soğukta burada donarsın. Hem kim bu Ömer?" diye sordu. Yaşlı kadın, "Ömer benim oğlum. Ben oğlumu bekliyorum. O gelmeden bir yere gitmem. Biraz önce alışverişe gitti ama görünüşe göre market kalabalık ki gecikti, neredeyse gelir..." yaşlı kadın ikide bir saatine bakıp karşı yoldan gözlerini ayırmıyordu. Genç adam, "Endişelenme teyzeciğim gelmesi uzun sürmez. İsterseniz o gelene kadar ben sizin yanınızda kalayım." diye öneride bulundu. Yaşlı kadın, "Teşekkür ederim Ömer'im birazdan gelir. O beni hiç yalnız bırakmaz sen boşuna bekleme." dedi ve tam o sırada koşar adımlarla yanlarına orta yaşlı bir adam yaklaştı genç adam yerinden kalkıp, "Siz bu teyzenin beklediği Ömer olmalısınız." deyince gelen adam üzgün gözlerle genç adamın yüzüne baktı ve "Hayır kardeşim ben Ömer değilim bu teyzenin komşusuyum. Ömer, kadının tek evladı kocası askerde ölünce bir daha evlenmemiş tüm sevgisini oğluna vermiş çalışıp didinip oğlunu büyütmüş. Ama Ömer, annesi alzheimer olunca bakması zor gelmiş olacak ki bundan tam iki yıl önce annesine markete gidiyorum diye kandırıp evden çıkıp gitmiş giderken de kadının tüm parasını ve altınlarını da götürmüş. Senin anlayacağın gidiş o gidiş bir daha da dönmedi duyduğumuza göre başka bir şehre yerleşmiş orada da evlenmiş. İşte bu zavallı anne de tam iki yıldır her akşamüstü gelip bu bankta oturup o nankör oğlunu gelecek sanıp geç vakte kadar onun yolunu gözlüyor ve iyice yorgun düşüp uykusu gelmeden de evine dönmüyor eğer bizler gelip evine götürmezsek soğuktan donacak." deyince genç adam çok üzüldü. Yazıklar olsun öyle evlada ben annesiz büyüdüm annem öldüğünde ben henüz sekiz yaşındaydım keşke annem sağ olsaydı da ben onu yirmi dört saat sırtımda taşısaydım derken ağlıyordu. O günden sonra yaşlı kadını kendi annesinin yerine koyan genç adam onunla ilgilenmeyi kendisine vazife edinmiş her şeyini o üstlenmişti. Kendi anneme yapmam kısmet olmadı hiç değilse bu zavallı anneye kısmet olsun diye düşünmüştü. Sabahları işine gidip akşamları ise iş dönüşü önce yaşlı kadının karnını doyurup sonra da sırf yaşlı kadın üzülmesin diye onunla birlikte geç vakitlere kadar uykusuz kalıp gelmeyecek olan bir oğulu bekliyordu. Bu durum tam bir yıl sürdü. Bu arada yaşlı kadının durumu daha da kötüye gitmiş artık hiç kimseyi tanıyamaz olmuş bir tek oğlunun adını ve onun markete gittiğini unutmamıştı bu durumda onu yalnız bırakmak istemeyen genç adam onun evinde kalmaya başlamış ve kendisi işteyken ona bakması için de bir bakıcı tutmuştu. Yine bir akşam bankta otururken yaşlı kadın genç adama çok uykum var azıcık başımı dizine koyup uyuyayım demiş ve genç adam da tabi ki deyip onu dizlerine yatırmıştı. Hava insanın içini coşturacak bir güzellikteydi genç adam gözlerini kapatmış bir yandan yaşlı kadının saçlarını okşuyor bir yandan da hiçbir zaman unutamadığı kokusu burnunda tüten kendi annesini düşünüyordu. Bir ara gözü saate ilişen genç adam vaktin çok geç olduğunu görünce şaşırdı. Kendini mazinin hayallerine o kadar kaptırmıştı ki saatin nasıl geçtiğinin farkında bile olmamıştı. Usulcacık "Teyzeciğim kalk evimize gidelim üşüyeceksin" dediyse de bir cevap alamadı biraz daha yüksek sesle söyledi ama nafile kadına duyuramadı. Elini tutup "Kalk uykucu kalanını da evde uyursun..." derken yerinden kalkmak için bir hamle yapınca yaşlı kadının boşta kalan kolu cansız bir vaziyette yanına düştü. Genç adam dona kalmıştı yaşlı kadın ise yüzündeki mutlu bir gülümsemeyle öylece yatıyordu. Öz annesini kaybetmişçesine üzülen genç adam hıçkırıklara boğulmuştu. Son görevini de yaptıktan sonra komşularla vedalaşıp komşuların bizler sana çok alıştık sen çok iyi bir insansın ne olur gitme burada kal ısrarlarını kibar bir şekilde geri çevirip kendi evine dönmüştü. Evet, kendi öz evladından görmediği ilgi ve sevgiyi yabancı bir adamdan gören yaşlı anne içinde yanan ve son ana kadar da sönmeyen evlat hasretiyle bir yabancının dizlerinde can vermişti...
 
Adım, Züleyha.
Boluluyum fakir bir ailenin kızı olarak zor şartlarda okudum öğretmen oldum.
İlk tayinim Malatya Pütürge’ye çıktı. Üç yıl dağ köyünde görev yaptım. Beni hayatımda görmediğim ve göremeyeceğim ilgi, alaka ve şefkatle bağırlarına bastılar.
Okulun küçük bir tek odalı lojmanına yerleştim ama bir gün bile orada yatmadım. Köyün merhamet meleği İmmihan Teyze ve yaşlı kocası Derviş Amca “Bizde kalacaksın, seni asla yalnız bırakmayız” dediler.
Evlatları oldum. Evin kızı oldum. Bildiğiniz bir evin kızı nasılsa aynen ben de öyleydim. Yedirdiler, içirdiler, hastalandılar, ağladılar, güldüler… bunların hepsini beraber yaşadık. Onlar yarım Türkçe ile bana ana baba oldular. Ben de yarım Kürtçe ile onlara sırdaş oldum yoldaş oldum….
Üç yılın sonunda tayinim memleketime Bolu’ya çıktı. Ayrılığımız ağıtlarla, gözyaşlarıyla oldu. Bolu’ya yuva kurdum evlendim. İmmihan Anama davetiye gönderdim. Davetiyeye çeyrek altını bantlamış bana gönderdi. Ailem şok oldu. “Bu nasıl vefa? Bizim buralarda pek görmediğimiz şey” dediler. Çok ama çok duygulandım.
Bir zaman sonra oğluma hamile kaldım. İmmihan Ana’ya telefon açtım söyledim. Havalara uçtu zılgıt çekti. “Torunum olacak” dedi. “Söz ver torunumun 40’ı çıkar çıkmaz Pütürge’ye geleceksin, tamam mı?” dedi “Söz” dedim.
Bir gün aradım “Kızım yanımda, rahatsızım sesim çıkmıyor. Ben kızıma söyleyeceğim, o da sana mesaj atacak.” dedi “Tamam” dedim.
Hamileliğim süresince yazdım “Çok iyiyim. Biraz rahatsızım ama önemli bir şeyim yok.” Sürekli yazdım hep güzel cevaplar aldım. Oğlum doğdu. 20 günlük oldu. Adını Bolulu babam Ahmet ile Pütürgeli Derviş Babamın adı olan Ahmet Derviş koydum…
Bu kez görüntülü arayayım İmmihan Ninesine torununu göstereyim dedim. Görüntüde genç bir kadın. “İmmihan Ana” dedim. “Kaybettik” dedi. Yıkıldım. “Nasıl, ne zaman?” dedim “4 ay oldu” dedi. “Ben aylardır kiminle yazıştım peki?” dedim. Kızı, “Anam Züleyha hamile, hastalığımı, perişan olduğumu sakın söylemeyin. Üzülür hamileliğine çocuğuna zarar gelir. Ben yazıyormuş gibi yapın. Ölürsem de doğum yapana kadar gizleyin.
Bir gün buraya gelirse mezarımın taşına elindeki tebeşşirle ben geldim yazsın yeter.” dedi.
Ya Rabbim! Bu nasıl bir metanet, bu nasıl bir şefkat, bu nasıl bir azamet!
Pütürge’nin kızı olmuş Züleyha öğretmen bu Dar-ul Rıfat olan topraklar senin memleketin. Acılar, zorluklar, gurbet yolları beklemiş anaların ayak izleriyle doludur Pütürge..
Bu insanlar yürekte iz bırakır..
Gönülde söz bırakır.
Ardından köz bırakır…
İşte böyle bir yaşam hikayesi dostlar..
Bir ay önce kaleme alayım dedim. “Züleyha Öğretmen evladına süt veriyor belki üzülür zarar verir” dedim. Boşluğuma geldi telefonunu kaydetmedim, kayboldu.
Eğer bu satırları okur irtibata geçerse İmmihan Ana’nın mezarına ben de gideceğim…
Ana karnında bir bebeğe zarar gelmesin diye, hastalığını, acısını ve ölümünü bile gizleyip bağrına basan -Kürt,Türk farketmez- toprağımın tüm analarının ayaklarından öpüyorum.
Ömür boyu yollarınız İmmihan Analarla Derviş Amcalarla kesişsin!🙏🙏💖💖

Alıntı
 
Ciğer ve cacık söyledim.

Ne kadar zenginde olsan, esnaf lokantasını özlüyor insan. Hemen ön masaya bir baba ile kızı oturdu. Garson ‘’Her zaman ki gibi mi abi’’ diye sordu.

Evet dedi babası, yüzü kıpkırmızı. Ama az tavuk suyu geldi ve nedense bir taneydi. Aklıma, ben yedi yaşındayken annemin vefat ettiği zamanlarda babamın lokantada yaptığı geldi.

Parasızdı, ama mutlaka ay da bir defa da olsa çorba ile içimi ısıtırdı. Üstü başı da düzgün değil baba ve kızının. Acaba neden az ve bir tas çorba? Canı mı istemedi babanın yoksa? Sorsam ya kızarsa? Aklıma bir fikir geldi. Cebimden çıkardım kalemi.

Yazdım hemen arkasına adisyon fişine masamdaki. Tatlı söyledim, garson hemen getirdi. Kağıdı uzattım, göz kırptım. Okudu, kasaya doğru gidip patronuna uzattı.

O da bana bakıp okey yaptı. Ayağa kalkıp ‘’Sevgili müşterilerim. Dün benim 20 yıl sonra ilk defa çocuğum oldu. Müsaade ederseniz bugün yemekler benden kabul ederseniz. Ama herkes hem çorba içecek, hem yemek seçecek, hem de üstüne tatlı yiyecek.

Allah sizden razı olsun’’ dedi. Herkes tebrik etti, zaten içeride hepsi hepsi 7-8 kişiydi. Kimi tatlı yedi, kimisi pilav istedi. Ama benim gözüm baba ile kızının üstündeydi. Hiç sesleri çıkmıyordu.

Kız yemeğine devam ediyor, babası da küçük küçük ekmek koparıp onun ağzına atıyor. Ama lokanta sahibi uyanık, benden zeki. Hemen yanlarına gitti. "İkram ve hediye geri çevrilmez Hadis-i Şerif’tir bu kardeşim" dedi.

Aldı siparişleri, söylenenden fazlasını getirdi. O kızın kaşığından dökülen pilavları bile eli ile alıp ağzına atarken gülüşünü unutamıyorum. Babanın da koca koca parça ekmek koparıp etli yemeğin suyuna banışını da.

Çaktırmadan onları izlerken ağlamışım. Birkaç damla yemeğime damlatmışım. Hesabı ödemeye gittiğim de arkamı döndüm onlar görmesin diye. Baktım ki kağıda patron 315 TL yazmış. Almış kalemi eline üçü çizip bir yapmış. Hiç konuşmadık, bir kelime etsem o da ağlayacak.

Gözleri dolmuş, sanki yerinden çıkacak. Neyse kapıya çıktım. Bir sağa bir sola baktım. Arabamın yerini bile unutmuşum. Arkamdan garson yetişti. Anahtarı masada unutmuşsun abi dedi. Ne iyi adamsın be abi sen deyince, utandım.
Enteresan Bilgiler Ansiklopedisi
 
Otuz beş senelik evlilikten sonra şeytan dürttü galiba. Bunca yıllık evlilikten bir çocuğumuz bile yoktu ama kusurlu olan karım değil bendim. Karım bunu bildiği halde bir gün bile yüzüme vurmamış, "Üzülme hayatım kısmetimizde yokmuş. Sanki çocuğu olmayan tek çift biz miyiz..." deyip beni teselli etmişti.

Dedim ya şeytan dürttü diye. Bir gün otururken karıma iyice bakıp inceledim sonra da hiç düşünmeden ona bundan otuz beş yıl önce yiyecek ekmeğim yatacak bir yatağım yoktu ama koynumda on sekiz yaşında bir kızla uyuyordum şimdi ise her şeyim fazlasıyla var ama koynumda altmış yaşında doksan kiloluk bir kadınla uyuyorum dedim. Bunu duyan karım bir müddet hiç konuşmadan yüzüme baktı duyduklarını sindirmeye çalışır gibiydi, ne bağırdı ne de hakaret etti. Bir kaç dakika sonra yüzünde hafif bir gülümsemeyle bana dedi ki, "Üzülme hayatım paran pulun her şeyin fazlasıyla var, istersen şimdi de koynuna on sekizlik bir kız alabilirsin ben sana mani olmam hemen ayrılalım." Karımdan yüz bulunca iyice şımarmıştım onun duygularını, kadınlık gururunu çiğnediğimi düşünmeden onca yıl yokluğuma katlanıp çoğu zaman benimle birlikte aç yatan hayat arkadaşımı unutmuş hemen yeni bir kadın arayışına girmiştim.

Oysaki onun ne kadar hassas ruhlu olduğunu en ufak bir şeye nasıl üzülüp kırıldığını en iyi ben biliyordum. Karım da razı olduğu için tek celsede boşandık. Karım benden hiçbir şey talep etmedi ama ben kendi isteğimle iki daire, bir dükkan ve yüklüce de nakit verdim. Artık hürdüm daha doğrusu ben öyle sanıyordum. Arayan Mevlasınıda bulurmuş belasını da derler ya işte o hesap ben de çok geçmeden tesadüfen uğradığım bir markette çalışan kasiyer kızı gözüme kestirmiş artık o marketten çıkmaz olmuştum.

Benim bu ısrarcı halim tavrım genç kadını da etkilemişti. Çok geçmeden senli benli olmuştuk. Kadın yirmi yaşında olduğunu başından kısa süren bir evlilik geçtiğini babasının olmadığını şimdi annesiyle oturduğunu tek gelirlerinin kendi maaşı olduğunu anlatmıştı. Erkektim ya coşmuştum kadına üzülme ben hem sana hem annene bakarım malım mülküm çok param da var gül gibi geçinip gideriz deyip kadına evlenme teklifi ettim. Teklifimi hiç düşünmeden kabul eden kadının gözlerinin içi gülüyordu. Nihayet evlenmiş, yurt dışında geçirdiğimiz uzun bir balayından sonra yurda dönmüş, evimize gelmiştik. Evlilik hediyesi olarak karıma bir ev aldım. Karım daha bir ay olmadan bana bile sormadan annesini de yanımıza almıştı. Karımı memnun etmek için bir dediğini iki etmiyordum.

Bu arada eski karımı bir kere bile arayıp sormamış merak dahi etmemiştim. Yeni karım çok kurnazdı huyumu bildiği için iki çift güzel sözle her dediğini yaptırıyordu. Hazıra dağ dayanmaz derler ya ben de bir buçuk yıl içinde her şeyimi karıma kaptırmış sadece elimde oturduğumuz ev kalmıştı. Bir gün karım ayrılmak istediğini söyleyince afalladım ve her şeyin var ben ise seni çok seviyorum bu ayrılık istemek neyin nesi diye sordum. Karım beni elimden tutup aynanın karşısına götürüp çırılçıplak soydu ve "Aynada bir kendine bak ve neye benzediğine kendin karar ver. Sana kocam derken utanıyorum. Bırak babayı dedem yaşındasın. Yetmiş iki yaşındasın Hem ben çocuk istiyorum bunu da senin gibi yaşlı bir öküzle yapamayacağıma göre ne diye seninle kalayım ki?" deyince her şeyi anladım benimle sırf zengin olduğum için evlenmişti.

O canım cicim lafları benim gibi bir salağı kandırmak içindi dünya başıma yıkıldı ama artık çok geçti. Onca yıl eski karımdan duymadığım hakaretleri bundan duymuştum. İki ay içinde ayrıldık. Aradan iki yıl geçmişti kazığı yiyince eski karım aklıma düşmüştü ama yüzüm tutup da bir türlü gidemedim.

Nihayet zor da olsa kararımı verdim hiç olmasa ölmeden gidip özür dileyeyim deyip kalktım ayrılırken ona bıraktığım eski evime gittim. Kapıyı bana on iki on üç yaşlarında bir kız çocuğu açtı. Ben karımın adını söyleyip evde olup olmadığını sordum kız içeriye seslenip, "Anne bir adam seni görmek istiyor" diye seslenince afalladım acaba yanlış mı geldim diye düşünürken "Gelen kimmiş yavrum?" diyen eski karımın sesini duydum. Daha kapıya yaklaşmadan üzerinden yayılan mis gibi sabun kokusu geldi burnuma. Kilo vermiş giydiğini yakıştırmış bakımlı güzel bir kadın duruyordu karşımda. Yüzündeki o asil ifade ise hiç değişmemişti. İçim bir hoş olmuştu ağlamamak için kendimi zor tuttum. O ise hiçbir şey olmamış gibi "Hoş geldin. Buyur bir kahvemi iç," deyince kendimi tutamadım hüngür hüngür ağlamaya başladım. Hiçbir şey demeden benim sakinleşmemi bekledi. Bir zamanlar beraber oturduğumuz evden içeriye girince bu evin kokusunu bile özlediğinin farkına vardım. Biraz sohbet ettikten sonra karıma bu kızın kim olduğunu sordum.

Karım, onun bir de on beş yaşında bir abisi olduğunu, şu anda okulda olduğunu; onları sokaklarda yatarken bulup yanına aldığını, ikisinin de çok iyi çocuklar olduğunu ve bütün mal varlığını onlara paylaştırdığını söyledi. "Mallar ölünceye kadar benim, ben öldükten sonra da onların olacak" dedi. Bir gün bile benim kısırlığımı yüzüme vurmayan bu asil kadın benim egoistçe ondan çaldığım annelik duygusunu bu şekilde tatmin etmiş ve de çok büyük bir sevaba girmiş ve yaşlılığında ona bir bardak su verecek evlatlara sahip olmuştu. Benim sırf şeyimin keyfi görülsün diye bir o….ya yedirdiğimi onca parayı malı mülkü bu asil kadın hayır işlerinde kullanmıştı. İçimden ne kadar küfür biliyorsam kendime ettim. Akşam olmuş gitme vakti gelmişti mutfaktan mis gibi lahana sarmasının kokusu geliyordu canım çekti ama hiç belli etmedim.

Gitme bizimle kal dese seve seve kalacaktım ama demedi. Sadece ara sıra ara sağlığından haberdar et dedi. Onun da bir kadınlık gururu vardı ve hiç hak etmediği halde ben bunu acımadan incitmiştim. Kuyruğumu kıstırıp bin bir pişmanlıkla oradan ayrıldım. Oradan ayrılmadan önce karım elime bir poşet tutuşturdu ve lahana sarmıştım sen seversin götür afiyetle ye dedi. Yaşıma başıma bakmadan yaptığım o büyük hatayı şimdi hayatta bir başıma kalmakla ödüyordum. Evet, ben bunu hak etmiştim. Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olmuştum.
Kaybettikten sonra anlaşılan kıymetin bir değeri yoktur..
Önemli olan seninken kıymet verip değerli olduğunu ona hissettirmektir..!( Alıntıdır). 1000007940
 
MÜTHİŞ BİR EVLİLİK NASİHATI
Aralıksız çalan kapının zili, Mübeccel hanımı eski ahşap merdivenlerden hızla aşağı indirmek için zorluyordu. Fakat yaşlanmıştı artık. Dizlerinin ağrısı artmış, ona ağır hareket etmesini söylüyor gibiydi.
— Geldim, geldim…
— Kim o!
— Benim anneciğim, kızın Neriman.
— Neriman!
Mübeccel Hanım 2 yıl önce gelin etmişti kızını, iyi bir insandı damadı bir de torunu vardı. Ne güzel şeydi torun sevgisi.
— Hayırdır kızım ne bu acele peş peşe basıyorsun şu zile. Gel gel, bakalım içeri, ver bakayım şu kucağındaki yavrucağı.
—Bıktım artık anne bıktım, dayanamıyorum. Dönmeyeceğim o eve bir daha.
—Sakin ol bakalım! Geç içeriye. Kapıda konuşulmaz böyle şeyler. Ben bir çay atayım ocağa, hem konuşur hem de bir şeyler yer içeriz.
—Tamam, anne ben çocuğu yatırayım.
Mübeccel Hanım, ocağa çay koyarken düşünüyordu; ne oldu acaba? Damat bir şey mi yaptı, deli kız kim bilir neye sinirlendi yine.
—Anlat bakalım kızım hayırdır inşallah. Nedir seni böyle apar topar bize getiren?
Neriman ağlamaktan şişmiş gözleri ile annesine baktı tekrar başladı ağlamaya, hıçkırarak ağlıyor, “olmuyor anne ben artık o eve dönmeyeceğim” diye söyleniyordu. Mübeccel Hanım:
— Ne oldu kızım baştan anlat dedi.
— Ne olacak tartıştık. Çok sıkıldım tatile gidelim dedim, “gidemeyiz hanım işlerim çok yoğun, şimdi izin alamam’’ dedi. ’’Salondaki halı eskidi zaten koltuklara uymuyor değiştirelim, haftaya arkadaşlar bize gelecek ayıp olur’’ dedim, beni eşyalarımla seven benim arkadaşım olamaz dedi. Deli edecek beni anne, deli edecek. Suç bende tabi Feride gibi alıp getirteceksin halıyı mecbur kalacak kabullenmeye.
Mübeccel Hanım, çayları getirmek için mutfağa gittiğinde, Neriman hâlâ kocası için bir şeyler söyleyip, bağırıp çağırıyordu. Mübeccel Hanım, elinde çay tepsisi ile içeri girdi.
—Beni dinlemiyor musun anne?
—Dinlemez olur muyum, dinliyorum. Yıllar evvel bende senin gibi baba evine gitmiş, anneme ağlayıp zırlamış, dönmeyeceğimi söylemiştim.
—Anneannem ne demişti sana anne?
—Ne diyecek beni bir güzel azarladı, kolumun altına getirdiğim bohçamı sıkıştırdı ve ‘’bu evde sana yer yok, bilirsin ki evden çıkan kız geri dönmez, hadi bakalım dön kocanın yanına, özür dile, yalvar ki seni affetsin’’dedi ve beni adeta kovar gibi kapının önüne koydu.
O zaman çok kızmış, söylenmiştim anneme, şimdi hak veriyorum. İyi ki geri göndermiş beni…
Sonra sen oldun baban ve ben çok mutlu bir evlilik geçirdik, kimseye muhtaç etmedi beni, Allah, onu başımdan eksik etmesin, ondan razı olsun rabbim. Ya, işte böyle.
—Ne yani, şimdi anneannem gibi sende beni, geri mi göndereceksin?
—Kızım seninle konuşacağım; şimdi sana söyleyeceklerimi iyi dinle, tarih tekerrür etti ve eder de, sen de bu söylediklerimi kendi evladına söyleyeceksin belki.
Annesi tekrar söze başladı:
— Bak kızım, biz sana dinini öğrettik, seni dinini bilen namazını kılan, güzel ahlaklı çalışkan biri ile evlendirdik. Evet, bunlar anne babanın görevleridir ama biz bu konuda Allah rızası için hassas davrandık. Feridun’u baban da, ben de çok severiz hiç saygısızlığını görmedik, eli açıktır hem sana hem herkese. Sana ve çocuğuna bağlıdır.
Size daha iyi imkânlar vermek için, gece gündüz çalışıyor sizi kimseye muhtaç etmiyor. Yediğiniz önünüzde yemediğiniz ardınızda. Bizim gibi yokluk çekmiyorsunuz. Çamaşırı çamaşır makinesi, bulaşığı bulaşık makinesi, halıları halı makinesi yıkıyor.
Ekmek yapma, soba yakma derdiniz yok, evler kaloriferli, sana ve senin gibilere rahatlık batıyor kızım rahatlık. Seninki düpedüz şımarıklık…
Sen para kazanmadığın için bilmiyorsun, ekmek artık aslanın ağzında değil, midesinde, ne yapsın adam başka iş bulmak kolay mı? Sen kocanı yok tatildi, yok halıydı diye bunaltırsan, zaten yorgun geliyor adam, onu rahat ettirmezsen, hasta olur o zaman ne yapacaksın?
Sen sen ol;
Sakın gereksiz şeylerle dünyalıkla, kocana sıkıntı verme, eskinin kıymetini bilmeyenin, yenisi olmaz derler. Gereksiz istek ve harcamalardan kaçın, kendini kocanın yerine koy, bütün gün insanlara laf anlatmak, yük çekmek kolay değil. Dırdır eden kadın olma, hiç kimse, dırdır dinlemek istemez.
Kaldı ki yorgun gelen koca hiç istemez. Kocanın kılık kıyafetine, ütüsüne dikkat et; çünkü erkek dışarıda karısını temsil eder. Ütüsüz gömlek ve pantolon, ondan önce seni küçültür.
Sakın sesini kocandan fazla yükseltme, ondan izinsiz hiçbir şey yapma, buraya bile gelirken izin almayı ihmal etme. Kocanı güler yüzlü, neşeli karşıla. Sakın arkadaşlarına beyini anlatma, arkadaşlarını ve arkadaşlarının kocaları hakkında duyduklarını beyine bahsetme! Kimse, bir başkası ile karşılaştırılmaktan hoşlanmaz.
Kendine, kılık kıyafetine özen göster. Beyini ana baban da olsa, kimseye şikâyet etme. Yuva yıkmak kolay ama yapmak zordur. Yuvana sahip çık, evinin hanımı ol, artık babanın evinde misafir olursun, senin evin, yerin kocanın yanıdır. Kocanı üzersen bizi üzmüş olursun, bunu unutma. Bizim rızamızı kazanmak istersen eve gittiğinde, beyinden özür dile olur mu kızım.
Annesi söylediklerini düşünmesi için çayları doldurmak bahanesi ile Neriman’ı yalnız bıraktı. Neriman annesinin haklı olduğunu düşünüyordu. Aslında kocası iyi bir adamdı, kötü bir alışkanlığı yoktu. Hiç bir zaman kendisine kötü davranmamış, hatta olumlu isteklerini yerine getirmeye çalışmıştı.
O kadar da önemli değildi zaten, halısı uyum sağlamasa da değiştirilecek kadar eskimemişti. Başkalarının söyleyecekleri için huzurunu bozduğuna değer miydi? Bütün bunları düşünerek dalmıştı Neriman… Annesi:
—Çocuk uyandı, ağlıyor galiba kızım bir baksan dedi.
Neriman içerideki odadan çocuğunun üzerini giydirmiş, kendiside pardösüsünü eşarbını örtünmüş olarak çıktı. Mübeccel Hanım:
—Hayırdır gidiyor musun kızım dedi.
—Gideyim anne, galiba sen haklısın, beyim gelmeden sevdiği yemekleri hazırlayarak kendimi affettireyim.
—Eh sen bilirsin kızım haydi selametle git. Bil ki en doğrusunu yapıyorsun, işte Müslüman bir hanımefendisi böyle yapar zaten.
Neriman, annesinin elini öpüp, iki sokak ötedeki kendi evine doğru yola koyuldu.
Mübeccel Hanım, kızının arkasında uzun uzun bakıp dua etti…
Şimdiki kızlar, sıkıntı çekmiyor, sabır göstermiyor böyle evlilik de yürümüyor.
Evinde sıkılan, karısına kızan, kocası ile tartışan, baba evine koşuyor. İncir çekirdeğini doldurmayan sebeplerle boşanıyorlar. Biz seni sokakta bulmadık bırak gel kızım diyen anne baba sonra çok pişman oluyor ama olan çocuklara oluyor. Evlatlarına sabırlı olmayı, yük çekmeyi, saygı ve sevgiyi öğretemeyen aileler sonuçlarına hep birlikte katlanıyor.
OKUDUYSAN BEĞEN PAYLAŞ BAŞKALARININDA OKUMASINA VESİLE OL......
 
"Baba, dedem neden üzgün?
Neden onu görmediğimizi sandığı her yerde ağlıyor? Neden artık mutlu değil, neden sadece ben onu öptüğümde gülümsüyor? Söylesene baba neden dedem ah keşke bir an evvel karımın yanına gitsem diyor? Onu nereye götüreceksin? Geçen gece annemle konuşurken dedemin hafızasının zayıfladığını ve ona bakılabilecek bir yer aradığını söylediğini duydum..."Çocuk bir açıklama yapması için babasına baktı. Ve küçük çocuğun gözlerindeki derin acıyı gören baba mahçup oldu. Ve çocuk ısrar etmeye devam etti: -Neden baba neden? Söyle bana! -Oğlum, deden yaşlı bakıma ve özel ilgiye ihtiyacı var. Onu iyi bakılacağı bir yere götüreceğiz. Yaşlılar evinde çok daha iyi olacak. -Bundan şüpheliyim baba. Orada onunla nasıl ilgileneceklerini bilmiyorum. Aile sıcaklığı olmayan yabancılarla çevrili bir yerde nasıl mutlu olabilir ki? Huzurevi ev değil! Geçen gece annemle konuşurken annemin dedemin sakar olduğunu, her şeye takılıp kırdığını, zorlukla yürüyebildiğini ve bu koşullar altında evde kalamaz dediğini duydum. Sana yürümeyi öğreten, defalarca düştüğünde seni yerden kaldıran dedem ve büyükannem değil miydi, baba! Ayrıca annemle konuşurken annemin onun elleri titrediği için yiyecekleri yerlere döktüğünü onları temizlemekten çok yorulduğunu, söylediğini duydum. Bir zamanlar sen de bir çocuktun. Seni besleyen dedem ve büyükannem değil miydi? Çocukluğundan beri seninle ilgilenen, bir dediğini iki etmeyen onlar değil miydi? Artık koşullar değişti. Ve bugün onun sana ihtiyacı var. Baba, dedemi aile ortamından uzaklaştırmayın. Bırakın günlerini kendi evinde geçirsin. Onun çok az ömrü kaldı ve seni büyüttüğü bu yerde, bir yuva sıcaklığında yaşamayı hak ediyor. Eh, hayat durmadan dönen bir dönme dolaptır... Bugün o aşağıda, sen yukarıdasın ama yarın senin de dede olacağını unutma. Ve sen dedeme yapacaklarınla bana yarın sana ne yapacağımı öğretmiş olacaksın. Baba gözyaşlarıyla oğluna baktı. Oğlu henüz on yaşındaydı. Ona şöyle dedi: -Aferin oğlum o küçücük kalbinle bugün bana güzel bir ders verdin. Ve bu ders o kadar harika ki fikrimi değiştirdim. Deden artık yanımızda kalacak. Hepimiz işbirliği yapıp ona en iyi şekilde bakacağız ve ömrünün son gününe kadar dedeni mutlu edeceğiz.Çünkü ben her şeyimi, deden sayesinde öğrendim. Ve ben onun için ne yaparsam yapayım dedenin hakkını ödeyemem. Bu yüzden ona borçluyum. Bugün çocuk olan herkese bir gün büyükanne ve büyükbaba olacaklarını unutmasınlar.
Evet canım okurlarım, asla unutmayın, tarih tekerrür eder.
Nurten Yurtalan Çağıl.
 
~ANNE NE OLUR BENİ ÖLÜME YOLLAMA! ~

Bir başka mutlu hissediyordu o gün... Annesinin yanına geldiğinde nedensizce gülümsüyordu... Herşeyini paylaştığı, rahat rahat derdiğini anlattığı tek insana, annesine, birine sevdalandığını söyledi. Biliyordu ne derse desin arkasında duracağını... Doğduğundan beri ikisinede gaddarca davranan, hergün döven söven babasının yaptıklarına annesi sayesinde katlanmamışmıydı zaten? Şimdi en büyük sırrını da ona açacaktı işte... Kırklı yaşlardaki annesinin yüzünde garip bir ifade sezdi önce... Sonra kendisine uzattığı arasına tereyağı sürüldüğü kokusundan belli olan gözlemeyi omuzuna geçirdiği bezden çantasına koydu...

-"Ana gün batımında dizlerinin dibinde senin o çiçek ellerinle yaptığın gözlemeyi yemeği sevdiğimi nede iyi bilirsin.Ne diye geldin Çorakyol'a kadar? Hem ben sana birşey diyecem.Kızmazsın sen kuzuna bilirim ... Babamın can düşmanı Halil'in oğlu Yaver'e sevdalandım ana... Bak bu çiçekleri o verdi. Tanısan seversin. On sekizime basar basmaz, babamın karşısına dikilecekmiş beni istemek için. Söz verdiğin gibi senin bindallığını giyeceğim günü iple çekiyorum güzel anam -"
demişti bir kuş edasıyla cıvıldar gibi...

Şaziye hanım'ın ise biranda çehresi değişmiş,yüzü bembeyaz kesilmişti-" Bilirim ne haltlar karıştırdığını...Babana da ben dedim. Töremizi bilirsin.Kızımda olsan cezan kesilecek... Baban kendi elleriyle alacak canını... Kan düşmanının oğluna gönlünü kaptırdıysan, benimde kızım değilsin artık... -" dediği an eliyle babasının atının üzerinde Deliçay köprüsünden elinde tüfeği olduğu halde bağırdığını duymuştu...
-" Dileeeek.... Ölümden başka kurtuluşun yok... Kanın toprağa akacak. Alnımıza çaldığın kara leke temizlenecek-"diye bağırışları yankılanıyordu ovada...

Dilek bir yola, bir annesine, birde yüzlerce metre ötede atını dört nala kendisine doğru süren babasına bakmış ve
-" Neden ana? Ben ne ettim sana? Bir ana evladına bunu nasıl yapar?Beni ne olur ölüme yollama ana - "demiş ve sözlerinin hiçbir etkisi olmadığını anlayınca gözyaşlarıyla yola doğru koşmaya başlamıştı... Dualar ediyordu rabbine....-"Ne olur ALLAH'ım bir araba rast gelsin. Sen canımı koru rabbim...Senden başka sığınağım yok-" diye gözyaşlarıyla koşuyordu o anlarda...

Yola çıktığında hızla şehir tarafına koşmaya başlamıştı... Derdi yaşından büyüktü artık... Tamam babası insanlıktan nasibini almamış bir adamdı ama, kendisi için canını vereceğini söyleyen annesi nasıl kıyardı kuzusuna? ...Henüz iki yaşındaki kardeşi Ahmet geldi aklına o anlarda. Birde sanki ölüm kokusunu hisseder gibiydi... Ovayı adeta inleten tüfek sesiyle biraz daha net duymaya başlamıştı ölüm kokusunu. Ayaklarında çorap olmadığı için kara lastikleri "gacur gucur" ediyordu terden. Hızını düşüren kara lastikleri birkenara fırlatıp alev alev yanan asfaltın üzerinde yaşama tutunmak için daha hızlı koşmaya başladı... Bereket bir kamyon görünmüş, koşmayı bırakıp yolun orta yerinde kollarını açmıştı can havliyle...Kamyonun ona çarpmasından bile korkmamıştı. Bir dakika sonra kamyon kıza çarpmamak için durmuş, bu sırada babasıyla arasında yüz elli metre kadar kalmıştı... Kamyon şoförü olan yaşlı adama yalvarır gibi baktı... Sonra eliyle her an daha çok yaklaşan babasını işaret etti...
-"Dayı ALLAH ını seviyorsan kurtar beni... Öldürecek. Dinime imanıma öldürecek beni... Babam beni öldürecek dayı-" dediği an yaşlı adam hemen binmesi için kapıyı açmıştı... Dilek ağlayarak kamyona binerken yaşlı adam her an yaklaşmakta olan Dilek'in babasına baktı biran arka camdan. Sonrada olanca hızıyla sürmeye başladı kamyonu....

Yol boyunca ağladı Dilek. Kendisine sorular soran adama cevap bile veremiyordu şaşkınlığından.
-" Annem bunu bana nasıl yapar?-" diye diye hıçkırıklarla ağlamıştı. Yaşlı adam bir saat kadar sonra şehrin karakolunun önünde durunca, Dilek olacaklardan korkmuş ve kamyonun kapısını açıp indikten sonra olanca gücüyle terminale doğru koşmaya başlamıştı...

Yolda rastgele bir kuyumcuya girip, dedesinden hediye altın bileziğini bozdurmuş, ve Ankaraya ilk otobüsün on beş dakika içinde kalkacağını öğrendiğinde hemen bilet alıp, otobüsün en arka koltuğu olan arka beşli tarafına iyice saklanmıştı. Otobüs kalkana kadar ne kadar dua varsa okudu... Şükür ki babasına yakalanmadan otogardan çıkmıştı...

Tam on iki saat sonra gün yeni yeni aydınlanırken Ankara otagarına vardı otobüs... Henüz ne tarafa gideceğini kestirememişti otobüsten indiğinde....İlkokul öğretmeni Aylin hanım Ankara da yaşadığı için ilk aklına gelen yer burası olmuştu.İyide adresi dahi olmayan öğretmenini nasıl bulabilirdiki koca şehirde? Sabahın sessizliğinde hiç bilmediği sokaklarda düşünceli bir halde yürürken birden karşısına iri cüsseli üç genç çıkmış ve üzerine gelmeye başladıklarında ise, olanca gücüyle bağırmıştı Dilek... Bir ölümden kaçarken biranda başka bir ölümün kollarında hissediyordu kendini... O an
, - "İşte polis bey şu taraftalar... Zavallı kıza saldırıyorlar. Yakalayın şu kansızları-" diye bir ses duymuş, kadını duyan gençler biranda arkalarına bile bakmadan kaçmaya başlamışlardı...

Dilek ise dizlerinin üzerine çöküp ellerini göğsüne bastırmış dualar ediyordu kurtulduğunun farkında olmadan... Kadın korkudan yüzü bembeyaz olan kızın yanına geldi...
-"ALLAH ım sen yardım et... Tek sığınağım sensin" - diye hıçkıran Dilek'in ellerini tutmuştu...
-"Korkma kızım. Benden zarar gelmez sana. Hadi gel elini yüzünü yıkayalım. Bu serseriler böyledir. Nerde sahipsiz birini görseler sataşırlar. Polis sözünü duyunca tabanları yarılmış gibi kaçar korkaklar-" demişti... Çaresizdi... Hiç ses çıkarmadan takip etti kadını. İki sokak sonra bir apartmana girip, on iki nolu dairenin kapısında durdular. Kadın kapıyı açıp içeri buyur etti Dilek'i.

Sonrada birşeyler hazırlayıp önüne getirdi.Başından geçenleri anlatmasını istediğinde, Dilek anlattıkça ikiside hüngür hüngür ağladı. Genç kızın bahtsızlığı içine işlemişti... Suzan hanım kırklı yaşlarda,yalnız yaşayan bir kadındı. Ve,
-"Beni polis'e götürmeyecaksin değilmi abla? Bak ben evden kaçmadım. Yemin billah anlattıklarım doğru. İnanmazsan Kuran getir el basayım.Beni polis'e verirsen onlarda aileme teslim eder. Babam da töre diye diye alır canımı-" diye hıçkırıklarla ağlayan Dilek'e, kadın daha fazla dayanamamış ve ağlayan kızın yanına gidip başını göğsüne bastırmıştı...
-" Korkma kızım... Ne polise veririm seni. Nede o akıl fukarası babana.Benim kimsem yok şu hayatta.Ayağımdan hafif sakatlığım var. Mağlülen emekliyim.Benimle kalırsın. Sofraya bir tabak daha koyarım ne olacak ki? -" demişti...

Dilek belki yüz defa teşekkür etmişti kadına... Daha ilk günden bu iyiliğin altında kalmamak için Suzan hanım'ın evini baştan sona temizlemişti... Onun bu çırpınışı içini cız ettirmişti Suzan hanım'ın... Senelerdir yapayalnız yaşadığı evde gözlerinden yüreğinin temizliği belli olan bu kızla hayatı paylaşma fikri bile huzur vermişti ona....

O günden sonra bir arkadaş gibi olmuşlardı Dilek'le... Sadece Dilek'in kardeşi Ahmet'e özlemi ve anne babasına olan kini gözyaşlarıyla birlikte hıçkırıklarıyla çınlatıyordu evi bazen. Babası kızlar okumaz deyip okuldan aldığından beri sönen okuma tutkusunu tekrar günyüzüne çıkarmıştı Suzan hanım... Açıköğretime yazdırdı hemen Dilek'i. Öyle hevesliydi ki... Derslerini bitirir bitirmez evde ne iş varsa görüp, Suzan hanıma yemek yapmakta bile yardım etmeye başlardı... Neşe olmuştu kadının evine... Sadece arada bir Suzan hanım'ın gizli saklı yaptığı telefon görüşmelerinden sonra hıçkırıklarla ağlamasını anlayamıyordu... Kaç defa sorduysada bir cevap alamamıştı kadından...

Ve iki sene sonra ilkokul diplomasını almıştı Dilek... Birlikte eve geldiklerinde Öyle güzel ipek yaldızlı bir beyaz elbise görmüştüki masanın üzerinde...
-"Bu da diploma hediyen-" diyen Suzan hanıma defalarca sarılmıştı. Kendi annesi ölümün kollarına atarken, Suzan hanım'ın bir anne gibi kendisini sahiplendiğini hissettiği o an, güven kokusu nasıl birşey hissetmişti Dilek...
-"Suzan anne...-"deyip teşekkür etmek isterken titremiş devamını getirrmemişti. Birlikte sarılarak yere çöktüler. Ve hıçkıra hıçkırarak ağladırlar sonrada... Bu söz kadının okadar hoşuna gitmişti ki. O günden sonra," Suzan anne "diye seslenmişti Suzan hanım'a..

Üç sene sonra liseyi bitirdiğinde ise hediyesi bir mağazada görüp çok beğendiği genç odası olmuştu... Öyle güzel bir genç kız odası tasarlamıştıki Suzan hanım Dilek'e kendi elleriyel.... Dilek'in sevinci görülmeye değerdi

Dilek durmak bilmiyor. Cehaleti zihninden söküp atmak ister gibi sürekli ders çalışıyor daha ileriyi hedefliyordu sürekli... Okadar kendini sevdirmiştiki bu geçen süre zarfında mahallede... Yeni arkadaşları, komşuları olmuştu... Ama hiçbirzaman memleketini, lanet töreyi, gözü dönmüş babasını, ölümün kucağına kendisini atan annesini unutamıyordu... Hele kardeşi Ahmet hiç, hiç çıkmıyor du aklından... Çoğu gece rüyasında annesinin yaptığı tereyağlı gözlemeyi gün batımında yergen büyük bir lezzetle, babasının atıyla dört nala Delliçay köprüsünden üzerine doğru geldiğini görüyordu kendisini öldürmek için...

Sonrada çığlık çığlığa uyanıyordu. Suzan hanım o anlarda Dilek'in yanına gelirdi telaşla. Ve sakinleştirmeye çalışırdı onu...
Tam dört sene sonra, daha ilk denemesinde kazandığı üniversiteyi başarıyla bitirmiş mezun olmuştu Dilek...

Birkaç senenin sonrasında ise girdiği sınavlardada başarı gösterip memur olduğunda içi içine sığmıyordu... Suzan hanım'a minnettarlığını saygısı, sevgisi ve kalpten bağlılığıyla herzaman da göstermişti...

İşten çıktığında ise ne zaman evin kapısına gelse içeriden yemek kokuları gelirdi burnuna.Çoğu zaman annesinin eskiden yaptığı gözlemeleri hatırlar nemli gözlerle girerdi içeriye...

Memurluk yaptığı hastahanede bir gün yeni atamalar yapıldığında ise hiç beklemediği birşeyle karşılaştı Dilek. Seneler önce memlekette sevdalandığı evlenmek istediği Yaver doktor olarak atanmıştı hastahaneye... İlk anda tanıdılar birbirlerini... Ve sevdalarını hiç unutmadıklarını öğrendiklerinde ayrı bir mesut olmuşlardı. Yaver de hiç evlenmemiş hep Dilek'in yollarını gözlemiş, hep onu aramış meğer anlattığına göre... Kader bu defa yüzüne gülmüştü işte... Ve o günden sonra sevdalarına kaldıkları yerden devam ettiler..

Bir gün Dilek cesaret edip ailesini sordu Yaver'e... Babasının onca sene içinde peşini asla bırakmadığını, sürekli onu arayıp cezasını kesmek için kinini daha da büyüttüğünü en son gördüğünde ise ağır hasta olduğunu söylemişti Yaver....

Suzan annesini bir çay bahçesine çağırdı sonraki günlerde. Ve Yaverle tanıştırıp olan biteni, onca yıl sonra birbirlerini tekrar bulduklarını söylediğinde, Suzan hanım gözyaşlarına mani olamamış ve,
-"Sen şu kaderin işine bak" - demişti defalarca...

Artık gün sayıyorlardı evlenmek için... Bir akşam üstü sevinçle işten çıktığında eve gitti Dilek... Burnuna yine aynı gözleme kokusu geldiğinde nemli gözlerle girmişti içeriye.

Suzan hanımla birlikte oturma odasında bir yaşlı kadın ve genç adam gördüğünde ilk başta kim olduklarını bilememiş, sonra, annesi Şaziye olduğunu anlayınca
-"Ne yüzle geldin ha? Ozaman canımı alamadın. Şimdimi alacaksın?Hani nerde kocan? Nerde saklanıyor? Töreniz yerine gelmeden rahat edemeniz değilmi? Töreniz batsın-" dediğinde yaşlı kadın hıçkırıklara boğulmuştu. Deliye dönen Dilek'i suzan hanım susturmuş ve bir mektup uzatmıştı...

Dilek siniden titreyerek okumaya başladı mektubu... Şöyle yazıyordu mektupta:

-" Ahiretliğim durum artık çok kötü. Babası Dilek'in düşmanının oğluyla el ele gezdiğini görmüş. Bugün abileriyle evde toplandılar.Kızımı infaz edecek bu ALLAH tan korkmazlar... Ahmet'im çok küçük.Hem ben Dilek'le gitsem bu herif dahada kudurur...Bir yolunu bulup Dilek'i uzaklaştıracağım burdan.Biliyorum ilk aklına gelecek kişi Öğretmeni Aylin hanım olacak .Ve onun yanına gitmek isteyecek. Ne zaman otogara varsa ve arabaya binse bizim simitçi Rıza haber edrcek sana. Numaranı verdim.. Benim köyden çıktığım anlaşılırsa, herşeyi de anlarlar... Yalvarıyorum sana yardım et kuzuma.Bir yolunu bul ve can kardeşim olduğunu ne olur belli etme kızıma. Bana karşı içi kinle dolsun. Yoksa öleceğini bilse dayanamaz döner gelir buralara yanıma. - " (Tarih 5 mayıs 1975)

Suzan hanım Dilek'in hayretle okuduğu mektuptan sonra bir mektup daha uzatmıştı...O mektupta ise şöyle yazıyordu:
-" Benim akıllı kızım demek ortaokulu bitirdi. Ne kadar mutluyum bilemezsin ahiretliğim.Örüp sattığım sepetlerden artırdığım parayı yolluyorum sana. Beyazı çok sever Dilek'im. Ne olur beyaz bir elbise al ona. Giyip prenses gibi dolaşsın kızım. Bu hafta yine fırsat bulup şhre inip arayamadım seni. Herif kızı bulamayınca hırsını benden çıkardı. Bedenim yara bere içinde. İlk fırsatta arayacağım-" (Tarih: 10 şubat 1978-"

Dilek bu defa gözyaşlarını tutamamıştı... Suzan hanım bir mektup daha uzatırken ona yüzünü kaldırmaya cesareti yoktu... Okuduğu üçüncü mektupta ise şöyle yazıyordu...

-"Geçen sefer telefonda anlattığım gibi herif şehir şehir arıyor Dilek'imi.Ne töreymiş... Yere batasıca adetler... Tek tesellim kızımın mutlu yaşadığını bilmek... En büyük hayalim ise birgün ona kavuşmak... Hani geçen sefer demiştinya, genç kızlar için oda takımını çok beğendi Dilek diye... Epey sepet yapıp sattım.Bizim heriften zar zor sakladığım kadarını sana gönderiyorum. Gözünü sevem ahiretliğim... İyi bak yavruma... -" ( Tarih: 7 Ağustos 1981)

Dilek başını kaldırdığında çoktan anlamıştı annesinin yanında oturan delikanlının kokusunu hiç unutamadığı kardeşi Ahmet olduğunu a... Koştu sarıldı ikisinede... Nasıl bir feryat figan kopmuştuki o an evde....Dakikalarca sarılıp öptüler birbirlerini. Kokladılar doyasıya....

Belki bir saat hiç bırakmadı kollarından kızını Şaziye hanım... Sonra,
-"Baban öldü kızım... Gönül rahatlığıyla çıkabildim karşına... Neden yaptın? Nasıl yaptın diye sorma... Sen yaşa diye ben senelerce öldüm çiçek kokukum... demiş ve yanında getirdiği çantayı uzatmıştı kızına...Dilek paketi açınca gördüpü bindallıyla ve tereyağlı gözlemelerle bir kere daha gözyaşlarına boğulmuştu... Şaziye hanım ise,
-"Ahiretliğim Suzan herşeyi anlattı... Kaderinizi tekrar bir eden Rabbime şükürler olsun...Yaver'le çok mutlu olursunuz inşallah-" demişti gözyaşlarıyla....

Bir rüya gibi geçmeye başlamıştı artık Dile 'in hayatı... Düğüne kısa bir zaman kala daha büyük bir eve taşınmışlar, kardeşi Ahmet'e hastahanede yanında bir iş bile bulmuştu... Kardeşiyle işten eve döndüğünde bu defa burnuna gelen koku gerçekti artık... Annesi mis gibi tereyağlı gözleme yapmış onları bekliyordu... Önce Şaziye annesine sarıldı uzun uzun uzun... Sonrada Suzan annesine... Ve hep birlikte bahçeye uzanan balkona çıktılar... Tıpkı eskisi gibi gün batarken annesinin dizlerine uzandı Dilek. Ve çok sevdiği tereyağlı gözlemeleri yemeğe başladığında bu defa hepsinin gözyaşları mutluluktan iniyordu yanaklarına....

#Yazar #Suat #Özge
 
İNSANLARIN YÜREĞİNE DOKUNUN

HERKESİN OKUYUP DERS ÇIKARMASI GEREKTİĞİ BİR ANLATIM

Ankara Terminalinden Gazi Hastanesine doğru giderken solda reklam panolarının altında taştan bir duvar vardır. Orada otururken gördüm adamı. Kadın ve çocuğu öyle görünce paraya ihtiyaçları olabileceğini düşünerek “Gideceğiniz yer uzaksa ücretini taksiciyle konuşur ben hallederim” dedim.

Kadın çoktan öne eğmişti başını. Çocuksa uyudu uyuyacak annesinin kucağında bir sağa bir sola dönüp duruyordu. Kasketini çıkartıp bana bakındı adam “Biz dilenci değiliz, yol bilmiyoruz o kadar” dedi.

O an öyle utanmıştım ki artık onları öylece bırakıp gidemezdim. Zor toparladım cümleyi “Tabi ki parasını siz ödeyeceksiniz ama adres bilmiyorsanız işiniz zor. Taksici sizi daha fazla dolaştırmasın diye söyledim” diyerek suçu taksicilere attım. Samimiyetime inanmış olmalıydı adam “Hacettepe Hastanesine gideceğiz” dedi “bu güne randevumuz var”

Fırsat bu fırsat deyip kendimi tanıttım adama. “Gazeteciyim” dedim. Kitaplarımdan söz edip güvenilir biri olduğumu ima etmeye çalıştım. Elimde ki bavulu gösterip “İstanbul kitap fuarından geliyorum, taksiye binip Sıhhiye yönüne doğru gideceğimi. Hem Hacettepe Hastanesi de yolumun üzerinde, isterseniz birlikte gideriz” dedim.

Erzurum Hınıslıymış adam, adı İbrahim’miş. “Bizim oralarda bana Sarı İbrahim derler” dedi “bilirsin bizim rengimiz karadır. Bir ben çıkmışım nasılsa o yüzden lakabımı böyle koymuşlar.”

Rençpermiş Sarı İbrahim. Koyunları kuzuları varmış. Karısı Songül çokta nefis peynir yaparmış. Beş çocuğu varmış Sarı İbrahim’in, en büyüğü on beş en küçüğü dört yaşındaymış. “Bu gördüğün Senem” dedi “en küçüğüdür kendisi. Şu anda 4 yaşında. Songül ise karım. Sara hastasıdır. Eskiden ayda bir nöbet geçirirdi şimdi günde iki kez geçirdiği bile oluyor. Ama sara hastalığı için gelmedik buraya. Yaklaşık iki sene önce bir hastalık geçirdi Songül. Birden konuşamamaya başladı. Anlayacağın eskiden sara hastasıydı şimdi ahraz oldu. Erzurum’da gitmediğim doktor kalmadı sonunda dediler ki "Hacettepe’dedir bunun çaresi". Bu yüzden düştük yollara.”

Sonra heybesinin en üstünde duran soğan taneciklerini gösterdi Sarı İbrahim “Bu soğanlar Songül nöbet geçirirse onu yere yatırıp burnuna tutmak için” dedi “Gördüğün gibi yolda yeriz diye hazırladığımız azıktan bile öncelikli bu soğanlar. Azık en altta soğan en üste.”

Tüm bunları elimde ki valizi yere koyup yanlarına oturduğumda anlatmıştı Sarı İbrahim. Ama her ne dedimse birlikte taksiye binmeyi kabul ettirememiştim. Baktım ısrar ettikçe yanlış anlaşılacağım “Bari sizi karşıya geçirmeme izin verin” dedim "ters yönde oturuyorsunuz."

Karşıya geçmemizle birlikte taksi durdurup Sarı İbrahim ve ailesini bindirmiş ve taksiciye “Hacettepe Hastanesine götür” demiştim. Sarı İbrahim ön koltuğa oturmadan önce benimle el sıkışmış teşekkür etmişti. Yaklaşık on dakika sonrada ben binmiştim taksiye ve yolumuz aynı güzergâh üzerindeydi.

Benim bindiğim taksi Tandoğan Meydanını geçip de Tren Garı güzergahına doğru döndüğünde sağda küçük parkın kenarında Sarı İbrahim ve ailesini gördüm birden. Acilen taksiyi durdurup yanlarına koştum. Küçük kızları Senem çimenlerin üzerine uzanmış uyuyordu. Sarı İbrahim ise sara nöbeti geçiren karısı Songül’ü boylu boyunca yere yatırmış ikiye ayırdığı soğanı karısının burnuna tutuyordu. Beni görünce sevinir gibi oldu Sarı İbrahim “Ellerini tut” dedi “çırpınınca sağa sola zarar veriyor.”

Hakikaten de yere sırt üstü uzanmış, ağzında biriken köpükleri sağa sola savurarak çırpınıp duruyordu kadın. Yumruğunu sıkmıştı "Açmamı" söyledi Sarı İbrahim “O zaman rahatlar” dedi. Bu arada taksici geldi yanıma “Birader, bunlar hep numara, para koparmak istiyorlar” dedi. Cebimden parayı çıkartıp verdim taksiciye “Bunlar tanıdıklarım” dedim “asıl sen işine bak burada kalacağım”

Yaklaşık yirmi dakika sonra kendine gelebilmişti kadın. Bu arada çocuk uyanmış “Su, abi su” diye ağlıyordu. Bir koşu tren garına gidip içecek ve yiyecek bir şeyler alıp geri dönmüştüm. Tedirgin olmuştu Sarı İbrahim rahatlattım onu “Burada size kimse bir şey diyemez rahatınıza bakın” dedim. Suyun birini açıp küçük Senem’e verdim. Bir yudum içtikten sonra geri kalanını annesinin yüzüne döktü Senem. Sonra da eliyle annesinin yüzünü sildi. İçimden "Demek çocuk buna alışık" diye geçirdim. Zira o böyle yaptıkça annesi daha da çabuk kendine geliyordu.

Zaten öylede olmuştu. Yarım saat daha oturduktan sonra bu kez aynı takside olmak üzere Hacettepe Hastanesinin önünde inmiştik. İner inmez “Doktorla görüşmeden sizi bırakmam” dedim. Güldü Sarı İbrahim “Yok desem gitmeyeceksin zaten, bu yüzden işimiz bitene kadar bize yardımcı olabilirsin” dedi.

Günün sonunda tahlil ve sonuçlar dahil toplam dört saat birlikte zaman geçirmiştik. İlk konuştukları doktor “İki ay sonra tekrar geleceksiniz” deyip Sarı İbrahim ve karısını odasından gönderdiğinde koridorda sandalyede uyuyordum. Sarı İbrahim kaldırmıştı beni “Zahmet verdik ama biz gidiyoruz artık. Doktor iki ay sonrasına gün verdi.” diyerek.

Hastane kantininde yemek yedikten sonra yine bir taksiye binip terminale götürdüm onları. Otobüs ücretini ben vermek istedim ama kabul etmedi Sarı İbrahim “Bizim durumumuz iyidir, zayıf tarafımız hastalığadır” dedi.

Otobüse binmeden önce telefon numaramı istedi “Gelince sana köy peyniri getireyim” diyerek. Bir kağıda yazıp verdim telefon numaramı. İki ay sonrasına da sözleşip yolcu ettim onları. Otobüs, çıkış kapısına doğru yöneldiğinde camdan her üçü de bana el sallıyordu.

Aradan bir sene kadar geçmişti ki bir akşamüzeri cep telefonum çaldı. Daha önce hiç duymadığım bir ses yarı Türkçe yarı Kürtçe “Ben Songül, Sarı İbo’nun karısı Songül” diyordu. Hemen hatırladım Sarı İbrahim ve ailesini. Doğrusu o günden sonra neden aramadılar diye de çok düşünmüştüm. Fakat önemli bir gelişme olmuştu ve artık Sarı İbrahim’in karısı Songül konuşabiliyordu. Çok sevindim buna, Ankara’ya geldiklerinde neden beni aramadıklarını ve eşinin durumunu sordum. Bir süre sessiz kaldı kadın. Yutkundu. Ağladığı her halinden belli oluyordu “İbo” dedi “ölmüştir.”

Sonra bir sessizlik daha oldu telefonda. Birkaç kez “alo” diye bağırdım kimse duymadı. Seçemediğim çocuk sesleri gelmeye başladı. Kimi “anne” diye bağırıyor kimi “soğan nerede” diye soruyordu. Belli ki sara nöbeti geçirmişti kadın ve benimle konuşurken yere yığılmıştı. Bekledim telefonda öylece bekledim. Kapatmadım da. On dakika sonra bir çocuk sesi geldi telefonun ucundan.
Küçük Senem’in sesiydi bu “Su” diyordu “abi su.”

(Ne hayatlar var halimize binlerce şükür!...)
Soner Oğuz 🖋
Dede Korkut Ocakları
 
Lütfen Okuyunuz...

👉.. Babam uzun süredir yere serilmiş yatakta yatıyordu, işten güçten elini çekmişti.
✍️.. Döşüne oturdum hafif hafif zıpladım, halam beni indirmeye çalıştı.

✍️.. Babam "bırak zıplasın" deyip saçımı sırtımı sıvazladı. Elime halamın yaptığı börekten aldım bitirene kadar babamın göğsünden inmedim. Annem epeydir evde yoktu hiç lafı sözü edilmiyordu.

👍.. 5-6 yaşlarındaydım, birkaç gün sonra babamın üstünü örttüler, öldü dediler.

Köy evinin camından ellerimi çeneme koydum babamın yıkanmasını seyrettim, hiç ağlamadım.

Halamla ikimiz kaldık evde, 3 çocuğu vardı ama onlarda annem gibi yoktular.

Gece halam beni karşısına aldı "annen olacak karı benim herifle çekti gitti, seni yanına almayan annen benim çocuklarıma ana olacakmış bundan sonra" dedi.

Birkaç gün sonra saçlarımı taradı, çiçekli entarimi giydirdi, elimden tuttu köy otobüsüne binip şehre gittik. Bütün gün çarşı pazar gezdik akşama doğru beni bir bakkala bıraktı "sen burda otur benim işim var" dedi gitti.

Hava karardı gece oldu bakkal amca dükkanını kapattı elimden tuttu beni evine götürdü. Beşikteki bebeğiyle oynadım, karısı karnımı doyurdu yattık.

Sabah erkenden bakkal yine elimden tuttu beni dükkanına götürdü, patates çuvalının üzerine oturttu.

Bakkala gelen giden "bu çocuk kim" diye sorduğunda "babası öldü, anası kocaya kaçtı, halası bana bıraktı, çocuk isteyen olursa ver dedi" dedi.

Çocuk aklımla kötü durumda olduğumu anladım, entarimin çiçekleriyle, oturduğum çuvaldaki patatesin kurumuş çamurlarını temizlemekle ilgilendim, sanki benden bahsetmiyorlarmış gibi.

Birkaç gün böyle geçti, bir adam geldi "hadi kızım sen çık biraz oyna" diye beni dışarı çıkardı. Epey sonra bakkalla beraber dışarı çıktı elimden tuttu beni evine götürdü.

Öğretmenmiş, bana evde yapmam gerekenleri bir bir saydı, benden küçük bir oğlu vardı, karısı ölmüş.

Evini toplardım, oğluna ablalık ederdim. Yıllarca beni evinde barındırdı. Yaşıtlarım okula gitti beni hiç okula göndermedi. Büyüdüm tam bir ev kadını oldum.

Birgün öğretmenin sık sık gelen ablası yanında gençten bir oğlanla geldi, oğluymuş.
Öğretmen "bu artık senin kocan" dedi, elime bohçamı verdi yolladı.

Ne düğün oldu ne nikah oldu, kaynanamla beraber evin kadınlığını yaptım.

Çocuklarım oldu, tarla bahçe hayvan edindik kendi düzenimizi kurduk.

Kocam çok iyi adamdı, kötü sözünü duymadım, hiç el kaldırmadı, nur içinde yatsın.

Ömür dediğin buysa benim ömrüm böyle geçti, 78 yaşındayım.

Bana akşam ne yedin diye sorsan bilmem ama çiçekli bir entari görsem çamurlu bir patates görsem burnum sızlar.

( Ömür dediğin proğramının konuğu teyzenin gerçek hikayesidir) Alıntı.
 
O BENİM KAYNANAM

Ben köyde ailemden sevgi görmeden büyüdüm. Ailem hep erkek çocuk beklemiş . Beşinci kız çocuk, yani ben olunca herkes ağlamış. Babam iki gün eve gelmemiş. İtile kakıla büyüdüm. İlkokuldan sonra ne okula gönderdiler ne hocaya. Evde hep hırgür, dayak. Kışın halı dokur, yazın bahçede tarlada çalışırdık. Bu yüzden benden büyük ablalarımı babam evlendirmiyordu. Başlık parası adeti olsa eminim hiç durmaz evlendirirdi ama bizim köyde başlık parası yoktur. Kızlar çalışır babam parayı alır akşama kadar kahvede tavla oynardı.

Köyümüzde yol yapım çalışmalarında çalışan bir çocuğu sevdim. Babası ölmüş iki kızkardeşi evlenmiş annesi ile yaşıyordu. Önümde dört ablam varken evlenmem mümkün değildi. O'nun annesi de beni istemiyordu zaten. Kaçmaya karar verdik ve kaçtık. Ben 15 eşim 17 yaşındaydı. Şehirde ablasının evinde evlendik.

Bir hafta sonra eşimin köyüne döndük. Bizim köye hiç benzemiyordu. Meğer bu köyde başlık parası varmış. Başta istemesede bu durum hoşuna gitti, bedava bir gelin sahibi oldu. Kaynanam beni kabullendi. Kaynanamla yaşamaya başladım.

Babam beni evlatlıktan reddetti. Kaynanam yıllarca uğraştı, barıştırmak elini öptürmek istesede asla kabul etmedi. Annem ve kızkardeşlerimle görüşürüm ama asla baba evine giremem.
_Kızım dedi kaynanam, «artık bundan sonra sen benim kızımsın, bende senin annen bunu böyle bil.» Sert otoriter bir yapıya sahipti. Evde kuralları o koyuyor herkes uymak zorunda kalıyordu. Eşim annesinin lafından asla çıkmıyordu. Genelde yazın eşim çalışmaya gidiyor ben aylarca Kaynanamla yalnız kalıyordum. Giderken anamın lafından çıkma diye sıkı sıkı tembih ediyordu bu beni deli ediyordu.

Ben aslında her işi bildiğimi sanıyordum ama evlenince hiç bir şey bilmediğimi fark ettim. Babam hiç evde durmaz dışardan yer içer. Bizde öyle öğün falan yok acıkan ekmeğin arasına çökelek, peynir, reçel ne bulursa yerdi. Gece geç saatlere kadar ablalarımla radyoyu açar halı dokur sonra öğlene kadar yatardık. Annem pek evde durmaz o komşu senin bu komşu benim gezerdi. Evin işini üstünkörü ablalarım yarım saattte bitirir tekrar halıya otururduk. Ben hiç ev işi yapmazdım.
Bir hafta kaynanam ağzını açmadı sonra :
«_Kızım bak bu saatte kalkılmaz. Evin bereketi kaçar. Sabah namazı kılıp işleri kuşluk vaktine kadar bitirip birde kuşluk namazı kılınsa ne güzel olur» dedi. Ben namaz kılmayı bilmiyorum anne dedim. Ben sana öğretirim dedi.

Her sabah erkenden kalkıp saat ona, en geç onbire yemek dahil bütün işi bitiriyorduk.

_Kızım sabahleyin ilk iş olarak yemeğini ocağa koy, bir yere gitmen gerekir veya bir misafirin gelir , yanına çorba pilav ekleyi verirsin derdi.

Bu köyde halı dokuma işi yoktu. Çok bağ bahçede yoktu evin ihtiyacı kadar ekip dikiyorduk.

Her iş vaktinde yapılmazsa kaynanam adeta çıldırtıyordu. Mesela yemek yendi bulaşık hemen yıkanacak vb. Bu bana çok zor geliyordu ilk başlarda. Bağırıp çağırıyor kavga ediyorduk ama bunu asla oğluna yansıtmıyordu. Sonra ben onun düzenine alıştım. Bir süre sonra herşeyi öğrendim.

Aslında her işi birlikte yapıyorduk ama işin ağır tarafını kendisi alıyordu. Seksenli yıllar mesela o zamanlar çamaşır makinesi yok birer leğen çamaşır yıkıyoruz kendi büyük çamaşırları yıkardı bana küçük çamaşırları verirdi. Çok dindar bir kadındı. Bana namaz kıl demezdi ama namazın önemini anlatırdı. Asla boş konuşmaz yalan söylemez haksızlık yapmazdı. Helale harama çok önem verirdi.

İki çocuğum oldu. Hamileliklerim çok kötü geçti. Bu sürede beni hiç mutfağa sokmadı. Çocukların bakımında çok yardımcı oldu.
Eşim askerden gelince şehirde kalıcı iş buldu. Hepimiz şehire taşındık. Kaynanam hemen beni Kur'an kursuna yazdırdı. İki küçük çocuğa bakıp beni kursa gönderdi. Ben Kuran'ı Kerim okumayı öğrendim. Namaz surelerini ezberledim. Namaza başlayınca ne kadar sevinmişti.

Daha sonra halk eğitim dikiş nakış kursuna gönderdi. Elimde mesleğim oldu. O zamanlar dikiş çok önemliydi, hazır giyim yoktu. Benim kendi dikişimizi dikmem aile bütçesine çok katkı sağladı.
Her şey güzel giderken eşime bir haller olmaya başladı. Eve geç gelmeler, içkili gelip sorun çıkarmalar. Beni sürekli aşağılamaya bana eziyet etmeye başladı. Meğer o yollu bir kadın bulmuş, amacı beni boşayıp onu almakmış. Kaynanam önümde dağ gibi durdu.

«_Bu kızcağız sana güvenip ailesini bırakıp geldi, sana iki çocuk verdi, nasıl böyle bir şey yaparsın? Dedi, oğlunu evden kovdu. Çocukları bile göstermedi. Ben gelinimden başkasına gelinim demem, hakkımı helal etmem!» dedi.

Bana hep sabretmemi, yuvanmı yıkmamamı, hep benim yanımda olacağını söyledi. Bir kaç ay maddi manevi çok sıkıntı çektik. Kol kırılır yen içinde kalır dedik kimseye birşey söylemedik. Ben dikiş diktim, dantel sardım. Kaynanam tarlada gündelikçi olarak çalıştı. Evin ihtiyaçlarını karşıladık.
En nihayetinde bir kaç ay sonra eşim eve döndü, çok pişmandı. Kadın parası bitince bunu terketmiş. O dönemde kaynanam bana arka çıkmasaydı kesin yuvam yıkılırdı. Allah korusun kötü yola bile düşebilirdim.

Üstünden yıllar geçti, yatalak oldu. Tam 18 senedir ben ona bebek gibi bakıyorum. Hiç ağır gelmiyor inanın. Her gün bana öyle dua ediyor anlatamam. Her gece üç kez saat kurup kalkıyorum, bir tarafta bir tarafa döndürüyorum, gündüz her iki saatte bir. İnsan çocuğuna bakarken ağır gelmez ya bana da kaynanama bakmak hiç ağır gelmiyor. Severek yapıyorum. Üç çeşit kremle ovuyorum. 18 senedir yatıyor hiç yatak yarası yok. Buna doktorlar bile şaşırıyor.

Bakım parası almak için kızları kaynanamı götürmek istiyor ben vermiyorum. Para kesilir diye vermiyor zannediyorlar. Halbu ki o benim annem, arkadaşım, can yoldaşım, her şeyim. Bana bu dünyada değer veren, benim için fedakarlık yapan tek insan.

Her şeyi ondan öğrendim . Her şeyimi onunla paylaşıyorum eşimle sorunlarımı bile. Kaynanam çayı çok sever. Her öğleden sonra çay yaparım karşılıklı içer sohbet ederiz. Sayfamızın hikayelerini okuyorum çok seviyor. Başka arkadaşa ihtiyaç duymuyorum. Komşular akrabalar bize gelir. Ben onu bırakıp komşuya bile gitmek istemem. Gitsem bile yarım saatten fazla kalmam. İnanın bu beni hiç rahatsız etmiyor. Tam tersi bir gün onu kaybetmekten çok korkuyorum.
 

Geri
Üst