GenesisYinesis
BANNED
- Katılım
- 19 Ekim 2024
- Konular
- 7
- Mesajlar
- 99
- Tepkime puanı
- 100
Bizim X kuşağını diğerlerinden ayıran şey, başka hiç bir neslin yapamayacağı bir şeydi. Okula Abaküsle başlayıp, Commodore64 ile bitiren tek nesiliz biz. Hangi nesil Analog’dan Digitale geçerken hem eğlendi, hem de “Hayat gerçekten değişiyor” diyerek bu dönüşümü yaşadı? Bizim için her şey bir devrim gibiydi, değişimin ortasında büyüdük. X kuşağı, teknolojiyle nostalji arasında köprü gibi.
Z kuşağı tabletle doğdu, ama bizim gibiler hem Analog hem Digital dünyayı tanıyor. Forumdaki gençlere Knight Rider’ı anlatmaya kalksam, "KITT A.i mıydı?" diye sorarlar. Nereden bilsinler o sesin Michael'a verdiği güveni ya da kırmızı ışığın dönerken yarattığı efsane havasını?
Düşünsenize, sokakta misket oynarken bir yandan da teknolojinin ilk adımlarını gözümüzle gördük. Commodore64, kasetle yüklenen oyunlar, disketlerin manyetik gücü... Şimdiki çocuklar "Save butonu çalışmıyor" derken, biz oyunu baştan sona bitirmeden kapatamazdık çünkü kayıt diye bir şey yoktu!
Bizim kuşak özel çünkü geçmişle bugünün arasında bir jenerasyon değil, komple tarih yazmış bir jenerasyonuz. Commodore64 ile büyüyüp şimdi cebimizdeki telefonlarla dünya gezebiliyoruz. Bakalım bu Z kuşağı, bizim kadar hikâye yazabilecek mi?








Telli Araba ile Kara Şimşek Taklidi
Plastik arabala o uzun teli takar, Kara Şimşek’in dönüşlerini yapar gibi hayaller kurardık. Özellikle dönüp geri gelirken "Kit modunda bu kesin!" derdik. Telin kıvrılması ayrı bir sanattı



Dekman ve Tahta Tabancalar
Tahtadan yaptığımız tabancaların sesi bile hayal gücümüzle yankılanırdı. "dıkşin dıkşin!" derdik ya da elimizle kurşun gösterirdik. Degman oynarken de "Sen vuruldun!" diye bağırıp düşmek ayrı bir tiyatroydu.



Tasarım: Direksiyon için bir ip bağlanırdı, ön tekerlekleri sağa sola çevirmek için birebirdi. Arkası zaten sabitti, tam hız canavarı!
Hız artırma taktikleri: Daha hafif tahta, iyi yağlanmış bilyeler ve yere yakın tasarım… Çünkü düşük ağırlık merkezi = daha hızlı araba!
Peki ya Koltuğun Altındaki O Takım Kutusu...
O kutunun hikmeti bambaşkaydı, adeta seyyar bir tamir atölyesiydi.
Tamir takımı taşımak bile bir iş bilinciydi, her çocuğun harcı değildi öyle.
Koltuğun altındaki o kutu, “Neme lazım, yolda kalırız!” zihniyetinin eseriydi. Hele yarı yolda bir teker bilyesi yerinden çıkarsa veya tahtadan bir parça kırılırsa, hemen o kutu açılırdı: Kutudan çıkan çekiç, pense, kerpeten, çivi ve tahta parçalarıyla her şey tamir edilebilirdi.
X kuşağının en güzel yanlarından biri de bu "tamirci ruhu" diyebiliriz.
Bizim için hiçbir şey yarım kalmazdı. Yolda kalmak mı? O kadar çivi çakıp tahtayı söküp yapıştıran bir kuşak olarak, bizim için her şey çözülebilirdi. Bir bilye kırıldığında, hemen elini cebine atıp tamir yapar, sonra “Test sürüşü” için yokuşa koşardık. Eğer o sırada yanımızda kimse yoksa, diz üstünde yerde sürünerek tamirat yapardık. Ama iş bitince arabayı “Hadi bi test edelim!” diye yokuşa itip aşağı bırakmak müthiş keyifti. Hatta tamirden sonra daha hızlı gittiğini düşünürdük, halbuki değişen bir şey yoktu.
Bizim zamanımızın en büyük lüksü hayal gücümüzdü:
Şimdiki çocuklar için belki garip geliyor ama biz tahtadan, telden, plastikten, gazoz kapağından bile harikalar yaratırdık. Kara Şimşek’in model arabası bizim için bir Ferrari değerindeydi. Tabii, teknoloji gelişti, her şey değişti, ama o eski dönemlerin havası asla yerini başka bir şeye bırakmadı. O zamanlar her şey daha sade, daha anlamlıydı. Bizim için eski bilgisayarlar, eski oyunlar, eski oyuncaklar birer simgeydi. O zamanları anlatınca insanın içi kıpır kıpır oluyor; çünkü o dönemi gerçekten yaşadık.
Bence bizim X kuşağını özel kılan şeylerden en mühimi, hem eskiyi yaşayıp, hem de yeniye adım atmamızdı. Bilgisayarın her yeni versiyonunu kullanmaya başlamak, teknolojinin “geleceğe” gidişini takip etmek çok özeldi. Bizler, “Abi, şu oyun nasıl olur, bir deneyelim bakalım” diyerek yeni dünyalar keşfettik. Ama tabii eski oyunlardan da vazgeçemedik.
X kuşağı olarak biz, gerçekten de özel bir kuşağız...
Hangi nesil Analogdan Digitale geçiş yaptı?
Hangi nesil Okula Abaküsle başlayıp, Commodore64 ile mezun oldu?
Peki ya hangi nesil Siyah Beyaz ekranların Renklenmesine şahitlik etti?
Bizler, bu geçişi en derinden hissettik ve her anından keyif aldık. Bunlar hep hayatımızın renkleriydi.
Şimdi hepsi güzel birer anı oldu. Belki teknoloji çok ilerledi ama bu kadar keyifli ve saf hatıralar bir daha gelir mi, bilmiyorum.
Z kuşağı tabletle doğdu, ama bizim gibiler hem Analog hem Digital dünyayı tanıyor. Forumdaki gençlere Knight Rider’ı anlatmaya kalksam, "KITT A.i mıydı?" diye sorarlar. Nereden bilsinler o sesin Michael'a verdiği güveni ya da kırmızı ışığın dönerken yarattığı efsane havasını?
Düşünsenize, sokakta misket oynarken bir yandan da teknolojinin ilk adımlarını gözümüzle gördük. Commodore64, kasetle yüklenen oyunlar, disketlerin manyetik gücü... Şimdiki çocuklar "Save butonu çalışmıyor" derken, biz oyunu baştan sona bitirmeden kapatamazdık çünkü kayıt diye bir şey yoktu!
Bizim kuşak özel çünkü geçmişle bugünün arasında bir jenerasyon değil, komple tarih yazmış bir jenerasyonuz. Commodore64 ile büyüyüp şimdi cebimizdeki telefonlarla dünya gezebiliyoruz. Bakalım bu Z kuşağı, bizim kadar hikâye yazabilecek mi?
Commodore 64 ve Kaset Yükleme Serüveni
Oyun oynamak için kaseti takar, "biip biiiiip bzzzzt" sesleri eşliğinde 20 dakika yükleme beklerdik. Yükleme hatası alınca da sinir krizi geçirirdik.Kartuşlu Oyunlar (NES ve Sega)
Mario, Sonic, hatta biraz daha ileri gidersek Street Fighter. Karşılıklı oturup saatlerce "Hadoken!" çeker, kazanınca coşardık.

Atari 2600 ve 9999 in 1 Kasetleri
O meşhur joystick’i kırmadan oynamak mümkün müydü? En popüler oyun da River Raid’di. O gemileri vurdukça coşardık.
Ataride Ördek Avlama
Tabancayla o ördekleri vururken bir yandan köpek bize gülüp dalga geçerdi ya, sinirden elimizi daha da hızlandırırdık! "Sançoslar" derdik o Meksikalılar'a "pew pew" diye vurulunca dramatik düşerdi, ayrı bir keyifti.

Taso ve Misket Savaşları
Okulda tenefüslerde cebimizde taşırdık. Taso koleksiyonları yapar, mis gibi Coca Cola kapaklarını toplardık. "Bak, bu Altın Taso!" demek ayrı bir gururdu.
Knight Rider ve Kara Şimşek Hayranlığı
"Michael, acil durum sinyali aldım." derdi KITT. Bizim de hayallerimizde bir KITT vardı, "Ne zaman böyle bir arabamız olacak?" diye beklerdik.

Telli Araba ile Kara Şimşek Taklidi
Plastik arabala o uzun teli takar, Kara Şimşek’in dönüşlerini yapar gibi hayaller kurardık. Özellikle dönüp geri gelirken "Kit modunda bu kesin!" derdik. Telin kıvrılması ayrı bir sanattı

Mahallede Kutu Oyunu Günleri
Risk, Monopoly, Tabu... Elektrik kesilse de fark etmezdi, arkadaşlarla gece yarılarına kadar oynardık. Eğlence sınırsızdı.İlk Walkman ve Kaset Çılgınlığı
"Walkman alan çocuk" olmak bir statü meselesiydi. Kaset sarınca kurşun kalemle geri sarmak da işin ritüeliydi.
Siyah-Beyaz Televizyon Günleri
TRT'nin tek kanalı vardı. Perihan Abla, Dallas, Kara Şimşek, A Takımı, Susam Sokağı. Pazar sabahları önce Lassie ardından da kovboy filmi başladığında nefesimizi tutardık.
Ansiklopedilerle Ödev Yapmak
Google yoktu dostum, biz ansiklopedilere bakardık. Hele bir de Britannica serisi olan evler... Zenginlik göstergesiydi!
Mahallede Sokak Oyunları
Saklambaç, yakar top, körebe, gazoz kapağı… Mahallede akşam ezanı okunana kadar oynar, annemiz camdan “Hadi eve gel!” diye bağırınca mecburen dönerdik.
Dekman ve Tahta Tabancalar
Tahtadan yaptığımız tabancaların sesi bile hayal gücümüzle yankılanırdı. "dıkşin dıkşin!" derdik ya da elimizle kurşun gösterirdik. Degman oynarken de "Sen vuruldun!" diye bağırıp düşmek ayrı bir tiyatroydu.


Kuka Oyunu ve Topun Saltanatı
Gazoz kapaklarını özenle biriktirir, sonra onları diker gibi üst üste dizerdik. Topla vurup dağıtmak ise şahaneydi. Ve o alman kale, 9 aylık gibi futbol oyunları… Kaleci olunca ceza gol yiyen arkadaşın olurdu.

Tahtadan Bilyeli Arabalar Yapardık
Malzeme toplama: Mahallede eski tahta parçaları, bilye rulmanlar (genelde eski bisikletlerden), çivi, çekiç ne bulursak toplardık.Tasarım: Direksiyon için bir ip bağlanırdı, ön tekerlekleri sağa sola çevirmek için birebirdi. Arkası zaten sabitti, tam hız canavarı!
Hız artırma taktikleri: Daha hafif tahta, iyi yağlanmış bilyeler ve yere yakın tasarım… Çünkü düşük ağırlık merkezi = daha hızlı araba!

Yarışlar ve Kazalar
O yokuş aşağı yarışlar tam bir Formula 1 havasındaydı. Yokuş sonundaki büyük çukurları veya taşları görmezden gelir, “Bas gitsin!” derdik. Ama araba devrilince veya bir yere çarpınca o ses: "Küt! Küt!" ve ardından mahalle dolusu kahkaha. Yarış sonrasında arabayı tamir etmek ya da yeniden tasarlamak apayrı bir keyifti.Peki ya Koltuğun Altındaki O Takım Kutusu...
O kutunun hikmeti bambaşkaydı, adeta seyyar bir tamir atölyesiydi.


Koltuğun altındaki o kutu, “Neme lazım, yolda kalırız!” zihniyetinin eseriydi. Hele yarı yolda bir teker bilyesi yerinden çıkarsa veya tahtadan bir parça kırılırsa, hemen o kutu açılırdı: Kutudan çıkan çekiç, pense, kerpeten, çivi ve tahta parçalarıyla her şey tamir edilebilirdi.
X kuşağının en güzel yanlarından biri de bu "tamirci ruhu" diyebiliriz.
Bizim için hiçbir şey yarım kalmazdı. Yolda kalmak mı? O kadar çivi çakıp tahtayı söküp yapıştıran bir kuşak olarak, bizim için her şey çözülebilirdi. Bir bilye kırıldığında, hemen elini cebine atıp tamir yapar, sonra “Test sürüşü” için yokuşa koşardık. Eğer o sırada yanımızda kimse yoksa, diz üstünde yerde sürünerek tamirat yapardık. Ama iş bitince arabayı “Hadi bi test edelim!” diye yokuşa itip aşağı bırakmak müthiş keyifti. Hatta tamirden sonra daha hızlı gittiğini düşünürdük, halbuki değişen bir şey yoktu.
Bizim zamanımızın en büyük lüksü hayal gücümüzdü:
Şimdiki çocuklar için belki garip geliyor ama biz tahtadan, telden, plastikten, gazoz kapağından bile harikalar yaratırdık. Kara Şimşek’in model arabası bizim için bir Ferrari değerindeydi. Tabii, teknoloji gelişti, her şey değişti, ama o eski dönemlerin havası asla yerini başka bir şeye bırakmadı. O zamanlar her şey daha sade, daha anlamlıydı. Bizim için eski bilgisayarlar, eski oyunlar, eski oyuncaklar birer simgeydi. O zamanları anlatınca insanın içi kıpır kıpır oluyor; çünkü o dönemi gerçekten yaşadık.
Bence bizim X kuşağını özel kılan şeylerden en mühimi, hem eskiyi yaşayıp, hem de yeniye adım atmamızdı. Bilgisayarın her yeni versiyonunu kullanmaya başlamak, teknolojinin “geleceğe” gidişini takip etmek çok özeldi. Bizler, “Abi, şu oyun nasıl olur, bir deneyelim bakalım” diyerek yeni dünyalar keşfettik. Ama tabii eski oyunlardan da vazgeçemedik.
X kuşağı olarak biz, gerçekten de özel bir kuşağız...
Hangi nesil Analogdan Digitale geçiş yaptı?
Hangi nesil Okula Abaküsle başlayıp, Commodore64 ile mezun oldu?
Peki ya hangi nesil Siyah Beyaz ekranların Renklenmesine şahitlik etti?
Bizler, bu geçişi en derinden hissettik ve her anından keyif aldık. Bunlar hep hayatımızın renkleriydi.
Şimdi hepsi güzel birer anı oldu. Belki teknoloji çok ilerledi ama bu kadar keyifli ve saf hatıralar bir daha gelir mi, bilmiyorum.